Mojo
meraklılarına merhabalar.
Gitarizm’i
düzenli takip edenler fark etmişlerdir; köşemin ana teması gitar, gitaristler
değil. Birkaç “minik” istisna söz konusu Steve Morse gibi, Yavuz Akyazıcı gibi.
2012’de de çok çok nadir olmak kaydıyla birkaç gitar üstadı daha konuk
edebilirim. Bu birkaç “minik” istisnanın ilki, 2007 yılında Türkiye’de ilk
olarak röportaj yaparak tanıtmaya vasıl olduğum Guthrie GOVAN. Tonu,
ekipmanları, çalımındaki ustalığı, espri anlayışı ve güzel müzikleri ile
ülkemizde pek çok hayrana sahip bir usta. Her ne kadar kendisiyle yaptığımız
röportajdan birkaç gün sonra, İtalya’da çeşitli ekipmanları çalınmış, belki de
ona uğursuz gelmiş bile olsa umuyorum sizler için de keyifli bir okumalık olur.
Hele 22 Mart 2012’de gerçekleşecek olan “The Aristocrats” konseri öncesinde
tadından yenmese gerek ;)
Teşekkür
listemde kimler var? Elbette Naci Kesener ve Erdem Çapar ilk sıralarda. Ali
Sungurlu (you rule), Ertuğrul Yılmaz (Hantug Custom Guitars), Ayşenur Ulupınar, Fatih Yılmaz, Andi Yu, Alper Tunalı (The
Sound Coordinator) & Ali Derinoğullu, Tuncer Tunceli, Olay
Andaç, Willian Tubarao ve İzmir’in usta gitaristi Eymen Özgürel’e
teşekkürlerimi sunuyorum.
Türk gitar alemine bir katkımız olduysa affola!
Barış Ş.
Tekrar merhaba Guthrie. Bir kez daha seninleyiz ama Gitarizm için bir
ilk (Guthrie ile 2007'de yapmış olduğum röportajı okumak için buraya tıklayın). Nasılsın ve dünyanın neresindesin?
Merhaba Barış. Sanırım şu anki
durumumu “yorgun fakat mutlu” olarak tarif edebilirim. Bu sene turnede
geçirdiğim zaman, evde geçirdiklerimden çok daha fazlaydı. “Aristokratlar” ile
Reykjavik’ten Cape Town’a, L.A.’dan Tokyo’ya kadar pek çok yere gittik. Ayrıca
dünyanın çeşitli noktalarında yerel müzisyenlerle de çaldım. Şu an ise İtalya Milano
yakınlarındaki Legnano’dayım, ses kontrolüne hazırlanıyorum.
Bryan Beller ve Marco Minnemann ile son bombanız “the Aristocrats” ile
başlayalım. Bu süper gurup projesi hakkında biraz ayrıntı verebilir misin?
Bilirsin, çetedekiler ile bir araya gelme süreci, bir topluluk oluşum kararı,
şarkı yazma ve kayıt süreçleri vs.
Pekala. Hepsi Bryan Beller’ın
bana geçtiğimiz ocak ayında Marco Minnemann ile birlikte, tek seferlik bir
konser için e-posta atmasıyla başladı. Kayıtlara geçsin diye söylüyorum, o
konser Bass Bash konseri idi – her sene NAMM fuarı döneminde Anaheim’da
düzenlenen bir aktivite. İşin aslı o konser için Greg Howe ile anlaşılmış ama
kısa bir süre öncesinde iptal etmiş Greg ve sanıyorum birileri Bryan’a facebook
üzerinden benim çok uygun olacağım konusunda öneride bulunmuş.
İşin kalanına gelince, uzun bir
hikayeyi kısaca özetleyecek olursam: konseri verdik, hem de minimum hazırlıkla
ve bence herkes, hem seyirci hem de guruptakiler, aramızda çok nadide bir
elektrik olduğunu hissetti. Bu küçük, tatlı, gelişigüzel müzikal şey yaşanmaya
devam etti ve her şeyin de yolunda gittiği görüldü. Konser çok eğlenceli geçti
ve bittiğinde o şeyi, nasıl yapılması gerekiyorsa, tekrar yakalamak istedik.
Böylelikle nisan ayında, bir albüm yapma niyetiyle Şikago’da bir stüdyo
ayırttık birkaç günlüğüne.
Bu grubun en keyifli tarafı
herkesin müzik yazmasıydı böylelikle tamamen demokratik bir yaklaşım
tutturabildik; Şikago buluşması öncesinde her birimiz üçer şarkı yaptık, mp3
demolarını ve trafiklerini birbirimize e-postaladık. Hepimizin çok sıkışık bir
programı olduğundan stüdyoya vardığımızda düzenlemeler, provalar ve kayıt dahil
olmak üzere herşeyi halletmek için bir haftadan az zamanımız vardı... Ama bir
şekilde üstesinden geldik :)
Dergimizin, grubun nelere sahip olduğundan bahsetmek için iyi bir
seçenek, sıkı bir tanıtım aracı olduğunu düşünürsek, “Aristokratlar”’ın yolunu
ve müziğini insanlara nasıl tasvir edersin?
Pekala, ümit ediyorum ki genel
hava çalgılarıyla tuhaf, hınzır şeyler yapan bir rock power triosu şeklinde
algılanıyordur. Çok fazla “füzyon” veya çok fazla “ciddi” olmak istemedik.
Gruptaki herkes zaten “karmaşık”
müzikler çalabilmek konusunda belli bir üne sahip. Fakat biz “The Aristocrats”
albümünde zor pasajlara ve tekniğe odaklanmak istemedik. Bizim ana hedefimiz,
ilk kez çaldığımız Bass Bash’de doğal olarak ortaya çıkan enerji ve espri
anlayışını yakalayabilmekti.
Ayrıca, biz bu albümü mümkün
olduğunda “dürüst” olmasını istedik – ilk şarkıda iki gitarın hafifçe üst üste
bindiği bir yer var mesela, ancak genel anlamda bir oda içinde çalan trio
soundu baki. Diğer bir deyişle, “Erotic Cakes” türü albümler gibi ağır bir
şekilde tabakalı ve “prodükte edilmiş” albümlerin tam tersi. Yani anlayacağınız
konserler, albümdeki ile aynı tür bir sonik dokuya sahip olabilecek.
Böylesi bir toplama grubu tam
olarak tanımlamak çok zor fakat okurlarınız sitemize gelip, daha fazlasını
öğrenebilirler; http://the-aristocrats-band.com
Aristokratlar’ın geleceğini nasıl öngörüyorsun? Tek gecelik bir ilişki
mi, yoksa uzun süreli bir ilişki mi?
Hayır, bu şeyi devam ettirmek istiyoruz;
biz “Aristokratlar”’ın daima gerçek bir grup olmasını istedik, bir tür “proje”
değil. Bu yüzden gelecekle ilgili pek çok planımız var. Bizi izlemeye devam
edin...
Dergimiz esas itibariyle kayıt tekniklerine odaklıdır ve bu yüzden
albümünüzün kayıt aşamaları ile ilgili teknik ayrıntıları da sormak istiyorum.
Bize ne gibi sırlar, ayrıntılar verebilirsin? Stüdyo dönemi, gitarlar, amfiler,
mikrofonlar, kayıt cihazları, yazılımlar vs.
Albümü Palatine II’deki Planet 10
Stüdyolarında kaydettik. Kesinlikle çok sağlam aletlere sahiplerdi – büyük bir
Neve miks masası filan. Ama dürüst olmak gerekirse kendi şarkılarımızı
öğrenmek, düzenlemek gibi işlerle o kadar meşguldük ki stüdyoda neler var,
neler yok dikkat edecek vaktimiz hiç olmadı. Ancak tüm audio kayıtlar Nuendo
yazılımı ile kaydedildi ve gitar tonları CAD Audio T-7000 Ribbon mikrofon ve
Universal Audio 2108 iki kanal mikrofon preamfisiyle alındı.
Gitar kayıtlarına gelince... Ben
herşeyi iki amfi üzerinden eşzamanlı olarak, soundu daha “büyük” yapacak
şekilde, kaydetmeyi istiyordum. Bu yüzden Axess Electronics’in tampon (ing:buffer)
ünitesi ile gitar sinyalini ikiye böldüm. Ana amfim arkası açık 2 x 12’lik Suhr
kabinle sürdüğüm Suhr Badger 30 kafa ve ikinci amfim ise (biraz daha fazla
yüksek ve tiz tepkisi için ince bir şekilde mikslediğimiz) 4 x 12’lik kabine
bağlı Custom Audio Electronics PT-100 idi. Ayrıca miske bir miktar oda
mikrofonu da karıştırdık ki genel sound biraz daha doğal gelsin.
Albümde kullandığım ana gitarım
Suhr Antique Modern GG imzalı modelim oldu; “Get it Like That” haricindeki tüm
şarkılarda sesini duyabilirsiniz ki o şarkıda gitar partisyonlarını daha sonra
evde, eski ES-335’imi Two Notes Topedo speaker simulatörü ile kullandığım
Badger 30 kafa ile tekrar kaydettim.
Bu kadar kayıt aşaması sorularının ardından ilk solo çalışman Erotic
Cakes’e dönelim. Bu albümün ötesi hakkında neler söyleyebilirsin? İkinci bir
solo albüm gelecek mi, bu konuda yazıp köşeye attığın şeyler, planlar vs. var
mı?
Aslında gelecek solo albümüm için
hazırladığım epey demo kayıt var. Fakat bir dahaki albümün ne zaman biteceğine
dair tutamadığım sözler vermeye bir dur dedim. Müzikal hayatım gerçekten çok
yoğun bugünlerde ve beni en çok ilgilendiren aktivitelerin peşinden koşturmaya
devam da edeceğim, ne kadar zaman alırsa alsın. Bu yüzden albüm hazır olduğunda
hazır olacak, inan o konuda tüm söyleyebileceğim bu ;-)
Diğer bir konu “Gitar Seminerleri”. Suhr için tüm dünyayı dolaşıyor ve
kitlelere volüm düğmesinin oyuncak olmadığını, bilakis çok işlevsel bir araç
olduğunu ve imzalı model gitarının ne kadar harika olduğunu anlatıyorsun :)
Seni İstanbul’da görmekten de çok memnun olmuştuk. Peki senin açından böylesi
bir gezgin olmak nasıl bir his?
Dünya’da bu kadar çok yeri
görebilmek gerçekten harika. Bir hatip veya genel olarak bir müzisyen olarak
mesleğimde özellikle sevdiğim şeylerden birisi de, bir amacımın olduğu
hissiyatı: nereye gidersem gideyim, orada bulunmamın bir nedeni vardır...
Ayrıca gittiğim yerde sağlam “müzisyen” türü insanlarla tanışmak da çok güzel,
etrafta dolanan kaybolmuş bir turist olmaktan çok daha iyi. Hayatın temposu bir
şekilde yorucu ve hareketli olabiliyor bazen (sürekli değişen yemek düzeni,
uçuş sonrası rahatsızlıkları vs.) fakat, hey, kendime bizzat seçtiğim hayat bu
ve başka bir şeye değişmem!
Peki Türkiye ve Türk seyirciler ile ilgili ne gibi hatıraların var?
Takip edebildiğim kadarıyla güzel yemekler yediğiniz, turistik bazı yerleri
gezdiğiniz anlar da olmuş.
Türkiye’den biriyle konuştuğum
için söylemiyorum; İstanbul, gerçekten, hayatımda bulunduğum en havalı
yerlerden birisiydi. Her sokak köşesinde müzik olması gerçeğini (Not:Nerede gezdirdiniz adamı yahu? Sulukule
filan? Hehehe) ve hayranların sıcaklığı ve enerjisi kesinlikle çok özeldi.
Türk kültüründe müziğe büyük değer verildiğini hissettim (buna benzer bir şeyi,
sanırım, Hindistan için de söyleyebilirim...) İstanbul, sanırım, iki kıtanın
tam arasında olduğundan, bu kadar canlı bir yer olması sürpriz olmamalı ;-)
Bak ilginç bir şey söyleyeyim;
Türk müziğinde olup, bizim batı müziğinde olmayan mikrotonal notalara gün
geçtikçe daha fazla alışıyorum (mesela, dikkat ettim de bir dizinin minör ve
majör ikinci derecesinin arasında saklanan çok harika bir nota var ve minör gamlı
Türk müziklerinde sık sık duyuyorum...) Neyse ilk zamanlarda Batı Avrupalı veya
Amerikalıya biraz garip geliyor fakat bir süre sonra daha anlamı geliyor.
Perdesiz bir Vigier gitarım var ve geleneksel Türk müziği, perdesiz çalım
yaklaşımı anlamında rahatlatıcı bir şekilde farklı bir esin kaynağı olabiliyor
ki perdesiz gitar geldiğim yerde oldukça “genç” ve az gelişmiş bir enstruman.
Gitarlarından bahsetmişken Suhr’lerini de atlamayalım. Epeydir Suhr ile
anlaşmalısın. İlk önce standart üretim olan modelleri elinde gördük. Sonra ilk
imzalı modelini, daha sonra yapıştırma birleşimli olanını. En son olarak ise az
önce de bahsettiğin Antique GG modelini. Bu gitar, öncekilerden biraz daha
farklı, hm?
Temel tasarım itibariyle önceki
GG modeliyle oldukça özdeş gitarlar, aynı manyetikler, aynı perdeler, aynı
bağlantılar vs. Sadece bu kez daha “eski usul” bir hava istedim gitarımda, bu
yüzden gövdeye nitroselüloz cila uygulandı ve köprüde eski tip bükülmüş
çelikten saddlelar kullanıldı. Bunların ötesinde en büyük fark gövde ağacında
oldu ki tona çok büyük etkisi oldu. Bu kez gövde olarak üzerinde düz akçaağaç
kapak olan ıhlamur’u közlenmiş (ing:roasted) akçaağaç sapla birlikte kullandık.
Pekala, biliyorsun, ıhlamurun bazılarında, ucuzcu uzak doğu
gitarlarında da (her ne kadar onlardaki ıhlamur ile üst sınıf modellerdeki
ıhlamur aynı alt türden olmasa da) kullanıldığı için, biraz kötü bir namı vardır. Bu yüzden bazı
insanların yeni imzalı modeline karşı önyargılı olabileceğini düşünüyorum...
Aslında olay “ben özellikle ıhlamuru
tercih ediyorum” gibi değil – hala maunun sesinin seviyorum ve benim
kulaklarıma ıhlamur, mauna göre daha “farklı” geliyor, “daha iyi” veya “daha
kötü” değil. Belirgin mid odağına sahip mauna göre, daha fazla üst ve alt
seslere sahip. Bu yüzden ses daha “hacimli” geliyor ki Aristokratlar gibi bir
trioda bu oldukça önemli – daha fazla frekans dolduruyor.
Ihlamurun “kötü namı” hakkında
ise... Bence haksızlık ediliyor. Nihayetinde tüm ıhlamurların soundu aynı demek
dünyadaki tüm bifteklerin tadı aynıdır demek gibi :-)
Peki ya Suhr’un kavrulmuş akça sapları için neler söyleyebilirsin?
Nasıl bir süreçle yapıldıklarını biliyor musun ve seni maun saplardan
çevirebilecek ne gibi artılar getirdiğinden bahsedebilir misin? Aslında belki
de John Suhr ile yapacağım ilk röportaja mı saklasam bu sorularımı :)
Bildiğim kadarıyla ağaçları
oksijensiz ortamda fırınlarda pişiriyorlar. Bu olay ağaçtaki organik
kalıntıları ve nemi gideriyor, böylelikle son derece kararlı ve rezonant bir
akçaağaç elde edilebiliyor. Cidden çok güzel çınlıyor ve çok farklı
sıcaklık/nem değerlerine, farklı iklimlere sahip yerlere uçsam bile sap ayarını
değiştirmeye hiç ihtiyaç duymadığımı fark ettim. Benim açımdan büyük kolaylık
bu, hele çılgın turne programımı da düşünürsen :)
Maun ile alakalı sorun gelince,
sanırım bu sorunla baş etme işini John’a bırakacağım :-) Ancak maun çok daha
gözenekli, süngerimsi bir ağaç olduğundan ve akçaağaç kadar sağlam olmadığından
pişirilme süreçleri için uygun olmayacağını düşünüyorum (Not:Bu ısıl süreç hakkında yapılan bilimsel araştırmalarda/makalelerde,
ısıl süreçle mekanik özelliklerde çok ciddi bir düşüş gözlenmiş. Bu neticeler
Guthrie’nin haklı olduğunun göstergesi, bana göre...)
Gelelim amfi ve pedallarına... Güncel ekipmanlarından bahseder misin
biraz? Hala Cornford’ları kullanıyor musun?
Cornford’ları gittiğim yerlerde
bulmak zor olduğundan pek kullanmıyorum. Cidden harika amfiler ancak son
zamanlarda Suhr Badger 30’u çokça
kullanıyorum. Şu anki İtalya turnemde ise çift kanallı Brunetti Mercury Kafayı kullanıyorum ki
oldukça hoş bir amfi. The Badger ise tek kanallı bir amfi - Aristokratlar müziği için çok ideal bir
amfi. Ancak Dave Kilminster’la beraber çaldığımız bu turne gibi, büyük bir
organizasyon için yeterince verzatil değil.
Pedal olarak ise çok fazla pedal
kullanmamayı deniyorum – Daha ziyade tellere nasıl vurduğuma, nüanslara duyarlı
“dürüst” amfi ayarları ve çalımımla elde ettiğim tonu tercih ediyorum. Ancak
sana Aristokratlar konserlerindeki pedal listemden bahsedeyim; Sırasıyla Suhr
Koko Boost (ayarlanabilir mid boosta sahip bir clean boost pedalı), TC
Electronic Polytune, Guyatone WR-3, Providence Anadime Chorus, Dunlop Jerry
Cantrell wah ve bir çeşit volüm pedalı (değişiyor) şeklinde. FX Lopta ise TC
Flashback delay ve bazı bazı da ilave olarak TC Hall of Fame reverb oluyor.
Gitar pazarı sabırsızlıkla ucuz Rasmus Guthrie Govan modelini
beklemekte. İnsanlar GG imzalı Rasmus modellerine ne zaman ulaşabilecek, bu
konuda bir şey biliyor musun? Ayrıca prototipleri Çin’deki fabrikada denedin,
ilk izlenimlerin, deneyimlerin nasıldı bu gitarla ilgili?
Bu röportajı beklettiğim için
gerçekten kötü hissettim kendimi – aslında Rasmus GG modelleri piyasaya çıktı
ve muhtemelen zaten bunu biliyorsundur.
Rasmus temasını çok hoş
buluyorum. Suhr seviyesindeki yapısal özellikleri ve çalınabilirliği daha makul
fiyatlara sunarak insanlara yardım etmekle alakalı bir şey. Suhr’ler muhteşem
tabi ki, lakin Suhr müşterilerinin çoğunun, özellikle bu çılgın ekonomik
zamanlarda, ciddi- profesyonel müzisyenlerden ziyade doktor, avukat filan
olduğunun da farkındayım. Bildiğin gibi Çin’deki fabrikada temel yapım işleri
hallediliyor ve custom Suhr gitarlardaki aynı manyetikler, yapısal parçalar
kullanılıyor. Sonrasında nihai kalite kontrolü, ayarlar, perde tesviyeleri vs.
hepsi Kaliforniya’daki Suhr tesislerinde yapılıyor. Bu yüzden her tarafın en
iyi özelliklerini kendinde birleştirebiliyor. GG modelinde, işin kozmetik
boyutu, bilhassa, basit tutuldu ki ona harcanan her kuruş en iyi tona ve çalım
rahatlığına dönüşsün. Örneğin, gerçekten önemli unsurlar!
Ayrıca Çin’deki fabrika’dan çoketkilendim. Pek çok insanın Çin üreticiliği denince kafasında oluşan kötü
şartlar filan yoktu...
İmzalı gitarlarından konuştuk. İşin bir de profesyonel tarafı var; Şu
an çeşitli firma ile anlaşmalısın ve eminim sana ürünlerini kullandırmak için
hevesli olan bir çok firma daha vardır. Bu gibi firmaların sana ulaşması için
en ideal yok nedir? Kendine uygun ürünleri, firmaları nasıl seçiyorsun?
Endorsement (Not:Yahu şunun adam gibi Türkçe karşılığını bulamadım gitti!)
anlaşmalarını sadece; 1) firma yaptığım işi içtenlikle seviyorsa, 2) kendi
işlerini içtenlikle seviyorsa kabul ediyorum. Suhr gibi bir firmayla
çalışabilmek gerçekten bir onur: onların fabrikasında, oradan birkaç elemanla
takılırken ağaçlardan, gitar yapımına kadar çok şey öğrendim ki bunlar, daha
sonra imzalı modelimin tasarım aşamasında ihtiyaçlarımı değerlendirmekte çok
faydalı oldu. Bence bu tür bir ilişki, büyük bir firmayla imzaları atıp
12.perdeye adımın ilk harflerinin işlendiği bir imzalı model çıkarmaktan çok
daha geçerli.
Gitar çalımından da bahsetmek istiyorum. Benim için pek çok sağlam
artılarından birisi hızın yanında artikülasyon ve cümleleme konusundaki yetin.
Ayrıca her tür müziği çalabilmen de harika ki bunu duymayı çok seviyorum. Hızlı
bir shred kısmını tempolu bir country melodisine, onu da tam anlamıyla
blues-vari bir soloya bağlayabilmen çok sıkı ki bunları zilyon tane patch’ler,
milyon tane midi ıvır zıvırları, ultra modern 100 kanallı amfiler ve tonla pedallarla
değil penalaman ve volüm/ton potu ile yapıyorsun. Cidden etkileyici...
Bunun bir soru olduğuna emin
değilim ;-) Sözlerin için çok teşekkür ederim Barış. Eğer farklı karışımlara
yer veriyorsam bunun başlıca nedeni çok çeşitli müzikleri sevmemdir. Farklı
tonlar elde etmekteki basit ve efektif yaklaşımım blues-rock altyapımdan
geliyor sanırım. Daha teknik şeyler caz, bluegrass, klasik vs. dinlemeyi
sevmemden. İki tür müzik olduğunu belirten şu eski deyişi çok severim; iyi
müzik ve kötü müzik!
Duane Allman, Eric Clapton (Cream dönemi), Rory Gallagher, Jerry
Donahue, Roy Buchanan ve Chet Atkins gibi eski ustalarla aran nasıl?
Hepsi muhteşem gitaristler
kesinlikle. Bahsettiğin isimlerden Eric Clapton, Gibson/Marshall günleri ile
ilk başlarda, Hendrix, Zal Cleminson (Alex Harvey Band’den) ve Beatles ile
birlikte, en büyük etkilenim kaynağımdı.
2011’i bitiriyoruz (Not:O an
henüz bitmemişti) ve adını hala G3 turnesi afişinde göremedik. Kişisel
olarak, yeni bir G3 turnesinde adını görmeyi çok isterim. Buna ne dersin, G3
turneleri ve bunun bir parçası olmak hususunda fikrin nedir?
Gerçekten bilmiyorum. Bence orada
oturup sırayla sahne alan ve benzer müzik tarzları olan üç gitaristi izlemek
zor gelirdi bana. Bana göre Satriani’yi tamamen farklı tarzlarda çalan
gitaristlerle izlemek çok daha eğlenceli olurdu; mesela Tommy Emmanuel ve Derek
Trucks ile. Ve eğer G3’ün elemanları bana katılma teklifi getirirlerse,
kesinlikle evet derim. Fakat , hmmm, bana sormadılar, bu yüzden tamamıyla
varsayımsal bir muhabbet ;-)
Gitar dergilerine yazı yazmayalı epey zaman oldu. 2000-2002 arasında dergilerdeki
derslerini yapmaya çalışırdım :) Dave Kilminster ve sen, o yıllarda epey
eğiticiydiniz. Neyse, yazarlık sana neler kazandırdı ve yazı yazmayı özlüyor
musun?
Pekala, yıllar içinde tonla
eğitici yazı yazdım ve hepsi hala oralarda bir yerlerde. Bu yüzden hayatımın,
konser vermeye ve beste yapmaya odaklandığım başka bir evresine geçmiş olmaktan
dolayı kötü hissetmiyorum kendimi.
Dave Kilminster’dan bahsetmek bana Paul Biletowitz, Jamie Humpries ve
Phil Hilborn gibi yetenekli diğer bazı İngiliz gitaristleri de hatırlattı.
Takip etmek için önerdiğin isimler var mı?
Bu günlerde pek çok enteresan
gitaristler var aslında; kesinlikle
tanıman gereken (eğer çoktan tanışmadıysan) “yeni” bir eleman Alex
Hutchings..biraz daha “eski” kuşak İngilizlerden Shaun Baxter ve Paul Stacey’i
çok tutarım. Bu günlerde neler yaparlar hiç bilmiyorum ama çok sıkı adamlardı.
Oh! Buralardan çok sağlam bir de
akustik gitarcı var, adı Clive Carroll – kesinlikle araştır onu da...
Enstrumantal gitar dünyasının geleceğini nasıl öngörüyorsun?
Enstrumantal gitar türünün
geleceği için kimse kehanette bulunamaz – tüm bu işlerin eğlencesinin bir
parçası da bu ya ;-)
Guthrie Sana çok teşekkür ediyorum. Gayet uzun bir röportajla çok
yormamışımdır umarım :) Turnende başarılar ve Türkiye’de (Not:22 Mart’ta) görüşmek tekrar görüşürüz umarım...
Görüşmek üzere.
Tarafımdan yazılmış olan bu içerik Sound Dergisindeki "Gitarizm" Köşesinde yayımlanmıştır. İzin alınmaksızın ve/veya "TAM" kaynak gösterilmeksizin alıntılanması, kopyalanması durumunda derginin yayımcı şirketi gerekli her türlü yasal yaptırımlara başvurmaya yetkilidir.
Tarafımdan yazılmış olan bu içerik Sound Dergisindeki "Gitarizm" Köşesinde yayımlanmıştır. İzin alınmaksızın ve/veya "TAM" kaynak gösterilmeksizin alıntılanması, kopyalanması durumunda derginin yayımcı şirketi gerekli her türlü yasal yaptırımlara başvurmaya yetkilidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder