Gitar ve manyetikler söz konusu olduğunda, TR’ de akla gelen ilk adamlardan birisisin. Ancak seni henüz tanımamış olanlar ve forumlardan aşina olsa bile yüzeysel anlamda bile tanımayanlar için kısaca kendinden bahseder misin, kimdir Dr.B, Doktor Barlo veya Stratomaster?
Müzikal başlangıç, İstanbul Tünel tarafındaki Avusturya Lisesi’nde başlıyor, 1986 yılında. Boğaziçi Üniversitesi’ne kadarki süreç tanıdık bir zaman dilimi. Üniversite yıllarındaki “eski” ve “rezil” bir taş odada yapılan ilk grup provalarımızı, hocam Ümit Yılmaz ile gitar dersleri takip etti ve müzik daha bir ciddiyet kazandı. 92-95 arasında İstanbul’da, Gitar Bar’dan Hayal Kahvesi’ne, Jazz Stop’tan (şimdiki Mojo) Kemancı’ya bar grubu maceraları ile geçti. O yıllarda slide gitar ile tanıştım. Yine de o zamanlar, yüksek çıkışlı “metalci”ekipmanlar ile sert takılmaca yıllarını oluşturuyordu. 1995 yılında British Council'dan burslu olarak London School of Economics'e Yüksek Lisans’a gittim. Orada Norveçli, İngiliz, İskoç elemanlarla bir grup kurduk ve grupla İngiltere’ de çok çeşitli mekan ve barlarda canlı çalma imkanımız oldu. Ancak yüksek lisansın bitişi ile grup dağıldı. Akabinde yüksek ihtisas için University of Minnesota'ya gittim ve bir sakatlık nedeniyle 2000 yılına kadar gitara ara vermek zorunda kaldım. Bu süre zarfında amfi-manyetik-devreler gibi müzisyen elektroniği olayı başladı. Bu yıllar aynı zamanda Seymour Duncan için Beta Tester olarak çalışmaya başladığım yıllar oldu. 2003 sonunda Türkiye’ye geri döndük ve Sabancı Üniversitesi’ne hoca olduk. Bugünlerde “sadece ve sadece eğlenmek” felsefesi ile kurulmuş biri blues, biri de caz çalan iki grubum var...
Elektrik gitar çalmaya başlamana yol açan nedenler ve/veya kişiler hakkında biraz bilgi verir misin?
Cevap aslında çok basit. Led Zeppelin I (yani ilk) albümü, ve de içindeki Baby Am Gonna Leave You isimli şarkı.
Bundan önce çocukluğum, şu anda dönüp baktığımda anlıyorum ki, çok kaliteli müzikler dinleyerek geçmiş. Bunun için aileme özellikle her yurtdışı seyahati sonrasında bana The Beatles albümleri getiren babama teşekkür etmem şarttır. Help! albümünü en azından 7-8 yaşından beri dinlerim. Bunun yanında Cem Karaca’nın, Barış Manço’nun, Moğollar’ın yaptığı albümler ve de 45likleri ve LPleri 3-4 yaşından beri dinlerim ve de hala onları hala itina ile saklarım. Bundan dolayı şu anda da çok sevdiğim bu cins müzikler kafama kazınmış oldu.
Ama büyürken bir ara açıkçası bunu unutmuş oldum. 80lerin ortası ve de o yıllarda çok popüler olan müzikler (her ne kadar naçizane fikrime göre günümüzdekilere göre çok daha iyi olsalar da) daha ziyade bolca synthesizer barındırmakta idi. Güzel müzikler de olsa, açıkça konuşmak gerekirse, Led Zeppelin 1 plağının açılış şarkısı olan Good Times Bad Times’ı ilk kez dinlediğimdeki hissi bana hiç birisi veremedi. Sonradan teknik tabirinin power chord olduğunu öğrendiğim, o güçlü ve kesik müzik tarzı birden bana çok yakın hitap etti. Ardından çocukluğumda dinlediğim müziklerin aslında ne kadar güzel olduğunu bir bir görmeye başladım. Çok kez dinledikten sonra bu bahsettiğim albümde ikinci şarkı olan Baby Im Gonna Leave You ciddi anlamda beni gitara itti. Tüylerimin hala ürperdiği bir şarkıdır. İçindeki acı, kafa karışıklığı, ve de sonuna doğru gelen öfke, bana bu enstrümanın nelere vakıf olduğunu gösterdi, ve de gitara başlamış oldum. Devamında elbette Cream, Deep Purple, Allmann Brothers vs daha da beni bu işin içine çekti.
Gitara başladığın ilk yıllarda ve günümüzde seni hem müzikal hem de gitaristlik olarak etkileyen sanatçılardan bahseder misin?
İlk başladığım zamanlarda kesinlikle aklıma gelen isimler Jimmy Page ve Eric Clapton. Şimdi geriye dönüp baktığımda gördüğüm şey şu ki, ben aslında o zaman da bayağı bayağı blues temelli müzikleri sevmekteymişim. Ve de blues ile rock arası durması açısından tam istediğim tarz olarak görüyordum. İşin enteresan tarafı şu anda da öyle.
Devamında işin içine girdikçe ve daha da fazla dinledikçe, sanırım Jimmy Page’in etkisi ve de onun gitarcılığına olan sevgim biraz azaldı. Clapton gittikçe yukarı çıkarken, öğrendikçe yeni isimler keşfetmeye başladım, ve de onların stilini de taklit etmeye. Sonuçta en başta “freni patlamış kamyon” usulu çalan Page (bkz. Heartbreaker) gibi değil de, Clapton, Peter Green, Mark Knopfler, Duane Alman, Billy Gibbons, Johnny Winter, Ed King, ve Steve Gaines gibi adamlar ön plana çıktı. Şu anda geriye baktığımda söyleyebileceğim şu ki, anlaşılan daha temiz ve bol vibrasyon kullanan adamları seviyormuşum. Hendrix’i çok dinledim elbette, ama nedense tarz olarak elime bulaştığını düşünmüyorum.
Şu anda açıkça konuşmak gerekirse, bu isimleri hala çok seviyorum. İşin enteresan yanı bir yerde bu. Yaş ilerledikçe insan belki özüne dönüyor denebilir, bilemiyorum. Yukardaki bu isimlere günümüzde birkaç ekleme oldu elbette. Rory Gallagher mesela, veya Warren Hayes ve Roy Buchanan, daha da eskilerden iki King, B.B. ve Albert King, ve eminim birkaç ismi atlıyorum…
Kısacası bana gitar kahramanların kim diye soracak olursan aklıma gelen 5 isim: Clapton, Peter Green, Duane Alman, Rory Gallagher ve Billy Gibbons.
Bu her zaman böyle olmadı, 90ların başında (tabi herkesin de etkisinde kalarak) hızlı gitarcılara (Satriani, Van Halen, veya Bobby Gustafsson gibi) bolca merak sarmıştım. Antremanlar egsersizler vs. Hem de günde en az 4-5 saat şeklinde. Sonra bana bu işi cidden tam olarak öğretti diyebileceğim, hocaların hocası Ümit Yılmaz sayesinde işin daha da derinliklerine girince, asıl sevdiğim müziklere geri dönmüş oldum. Bunu da belirtmem lazım.
Gitar ve ekipmanları konusunda, internet ortamlarında tam bir otorite olarak kabul ediliyorsun. Dikkate şâyan bir yurtdışı deneyimin var. Üstelik oldukça uzun zamandır da bu işlerin içindesin. Bunlara dayanarak TR’deki;
a)temel elektrik gitar ve ekipmanları bilgi seviyesini (hem icracı müzisyenlik, hem de ekipmansal bilgi seviyesi olarak)
b)ekipman edinme süreçlerini ve alışkanlıklarını,
c)ekipmana ve bilgi paylaşımına dayalı forum ortamlarını ve forumculuğu,
Değerlendirebilir misin?
Çok zor soru… Bunun için kitap yazmak lazım. Ondan düşündüklerimi çok da yapısal olarak sıralamadan cevap vereyim.
Yaşıt bir çok gitarcı arkadaşım bu gibi sorulara belki biraz da nostalji ile karışık olarak “ah eski güzel günler, ne güzeldi” vesaire derler. Evet güzeldi, ama bunun yanında şu anda cidden çok ciddi bilgileri çok daha hızlı edinmek mümkün. Ve bu bence inanılmaz önemli ve de faydalı bir olay. Bundan dolayı da (o zamanları bildiğim için) 90ların başından bu yıllara çok ciddi değişiklikler oldu, çok ciddi ilerlemeler gerçekleşti. Ancak Guitar Player veya Guitar World gibi dergilerden ve de kitaplardan bilgi bulmak mümkündü.
Bilgi konusunda elbette Türkiye’deki gitar camiasının kaydettiği ilerleme çok ciddi olsa da, hala önemli eksiklikler var. Bu bir yerde anlaşılır bir şey aslında. Çünkü gitara olan talep, benim görüşüme göre, daha yeni yeni ciddi seviyeler geliyor. Ve de gerçek bilgi ve de ilerleme ancak tabana yayılmış geniş bir talep ile mümkün olur diye düşünüyorum.
Şu andaki durumu değerlendirmek gerekirse, söyleyebileceğim şu: Çok ciddi ve de güzel işler yapan insanlar olsa da, onların bir araya gelip sinerji yaratıp ilerlemenin hızını artırmaları gerekmekte. Bizdeki gördüğüm en ciddi eksiklik o. Talep tarafında bulunan bir çok insan ekipman edinmek için elinin altındaki interneti kullanıyor, ki bu çok güzel. Üreticiler ise yavaş yavaş ama birbirinden uzak ve de çok da haberdar olmadan çıkmaya başlıyor. Gitar üretimi için mesela aklıma gelen (seninki yani Çizmeli Kedi de dahil olmak üzere) bir elin parmaklarını geçmeyen özel üreticiler var, çok iyi üreticiler. Ama talebi karşılamaya elbette yetmez. Pedal konusu biraz daha iyi, mesela Alen Geere markası altında üretim yapan Emre Balkan çok orijinal ve dünya çapında güzel işler yapmakta. Her ne kadar bu olay bizler arasında biliniyor olsa dahi, bu bilginin daha geniş kitlelere yayılması gerekmekte. Sinerji derken kastettiğim hadise tam budur. Amplifikatör konusunda ama maalesef gayet geriyiz, umarım Mersin’den Türkay bu işi kotaracak.
Bilgi paylaşımı açısından Türkçe forumların çok önemi var. Ve de her ne kadar seviye istenildiği kadar yüksek olmasa da, zamanla talep ve de istek arttıkça, Les Paul’ünü aldığı ilk gün röntgenini çektiren insanların barındığı The Les Paul Forum gibi ciddi bilgi kaynaklarının seviyesine yaklaşacak diye düşünüyorum.
Bundan dolayı bu forumlarda başlangıç için bile olsa, danışılması kolay olan, güvenilir olan bir referans kaynağı yaratmak çok önemli ve de bu mümkün. Bunun için cevap yazanların hem bilgili olması lazım, hem de Türkçe’yi de iyi kullanmaları gerekmekte. Böyle böyle başlayıp, bu iş ilerlerse ne ala. Açıkçası Harmony Central Forum’larının kurulduğu ilk zamanları hatırlıyorum da, o kadar da derin değillerdi. Zamanla ilerlediler ve bu hale geldiler. Dolayısı ile işin başında doğru formatı kullanabilirsek, zamanla bu gibi kaynakların ulaştığı seviyeye yaklaşmak mümkün olacak, çünkü Türkiye’de bilgili ve de aynı zamanda yardımsever bir çok müzisyen var.
Genel olarak parçası olduğum Müziktek isimli forum bu konuda çok iyi işler yaptı ve de yapmaya devam ediyor. Mensubu bulunduğum GitarPedal’da da aynı şeyleri yapmayı umuyoruz, gitar ve ekipmanları konusunda daha bir detaylı yaklaşım sergileyerek. Bunlara katkım olduğundan da çok mutluyum.
Bildiğim kadarıyla Seymour Duncan firmasının (dünyanın en büyük manyetik üreticilerinden birisidir) tek Türk “Beta Tester”ısın. Ayrıca resmi Duncan forumlarında da oldukça prestij sahibisin. S.Duncan ile alakan nasıl başladı?
Zamanla oldu. Bir çok manyetiğini denemek için bol bol alıp satınca, ve de bu bilgileri de diğer insanlarla düzgün bir şekilde paylaşınca kendiliğinden gerçekleşti. Bir anda kendimi Beta Tester listesinde buldum, sonradan anlıyorum ki Duncan’nın bayiliğini yapan bir arkadaş önayak olmuş. Hala listede olmam gerek ama açıkçası hem manyetik arayışımın bitmesinden dolayı (neredeyse her modelini denemiş vaziyetteyim), hem de Türkiye’ye geri döndüğümden dolayı, çok özel bir durum olmadıktan sonra manyetik alışverişi olmadı. En son ürettikleri manyetiklerde beta testerlık yapmadım mesela, bu P-Rails ve Alternative 8’den bahsediyorum. Ama Türkiye’ye döndükten sonra birkaç kez gerçekleşmişti. Kısacası şu anda çok da aktif değilim bu konu hakkında.
Son yıllarda TR’ de ciddi bir hareketlenme söz konusu. 2.el ekipman pazarı büyük bir ivme kazanmış durumda (en azından krize kadar öyleydi). SRV Müzik gibi eskinin bir şeyi denemek istediğinizde “alacak mısın” sorusuna maruz kalmadığımız ve kaliteli mallar barındıran 2.el mağazaları açıldı ve net bir şekilde ilgi topluyor. Bizim de (Çizmeli Kedi Gitar Atölyesi olarak) içinde olduğumuz, kişiye özel elektrik gitar yapımı konusunda da artışı belirginleşen bir ilgi söz konusu. İstanbul’dan Alen Geere, Denizli’den MS Pozitron gibi pedal üreticilerimiz var. Mersin’den Türkay “DLT (DeliTurko Amps)” adı ile hem kombo hem de kelle/kabin olarak ful lambalı gitar amfileri ile piyasaya girmeye hazırlanıyor. Bilindik, standartlaşmış markalar haricinde de Heritage, PRS ve Levinson Blade gibi kaliteli gitar markalarının da TR ‘ye resmi girişleri Plüton Müzik veya Do-Re Müzik gibi genç firmalarla gerçekleşiyor. Bu durum ve bahsi geçen/geçmeyen markalar için yorumun ne olur? Şu ana göre, gelecek hakkında nasıl bir öngörüde bulunabilirsin?
Az önce bahsettiğim gibi bence bu gelişmeler hem baş döndürücü hem de gelecekte de devam edecek. Mesela Plüton Müzik Fralin manyetiklerinin Türkiye temsilciliğini daha çok yakın bir zamanda aldı. Çok güzel gelişmeler. Bunun yanında getirttikleri Heritage gitarları getirtmeden önce Olay Bey’in benimle bağlantıya geçmiş olduğunu da söylemem lazım. Bir yerde bilginin yararını açıkça gösteren örnekler. Aynı şeyler yukarda bahsettiğin diğer firmalar için de geçerli, Do-Re Müzik’ten Ahmet Peşen veya MS Pozitron’dan Mustafa Bey ile zaman fikir için iletişimimiz oluyor.
Öngörü sorusuna gelince, elle tutulur bir örnekle cevap vermek isterim. Alen Geere markası altında üretim yapan Emre Balkan’nın yaptığı Preface Drive isimli overdrive pedalı, bence dünya çapında. Çok net, çok güçlü, ve de normal (ne demekse) overdrive pedallarının bir çok kötü özelliğinden arınmış. Ona hatta “bu pedalı ABD’deki belirli bir kullanıcı grubunun üyelerine yolla ve de devamında çok sayıda üretime geçebilirsin” diye bir öneri yapmıştım. Çünkü cidden o seviyede bir aygıt, şu anda ABD’de çok ciddi primle üretilen bir çok overdrive pedalından daha iyi. Belki bunu zamanla yapacak, hatta ona yardımcı olma durumum da mümkün. Ve bu gibi bir şey olduğunda, benim beklentim onun çok ciddi bir isim ve yer kazanması sadece Türkiye’de değil, dünya çapında. Dolayısı ile benim açıkçası gelecek hakkındaki beklentilerim yüksek.
Bu arada aklıma gelmişken paylaşayım, benim asıl mesleğim akademisyenlik, ekonomi ve de oyun kuramı konusunda. Ve de yukarıda bahsettiğim hadiseleri cidden mali kazanç açısından düşünmüyorum ve de şu ana kadar da öyle bir şey olmadı ve de olmasını da istemiyorum, çünkü dediğim gibi mesleğim belli. Onun zevki bambaşkadır, ama o konuda konuşmuyoruz şu anda. Sadece (sanırım iktisatçı olduğumdan) bu yardımlarla yapmaya çalıştığım şey, olabileceğinin en iyisinin olmasında yardımım olsun.
Şu an elinde bulunan, güncel ekipmanların nelerdir?
Boşver… Var bir şeyler işte. Nazar değer.
1990 model bir Fender Stratocaster’ım var, bir Les Paul’üm var, bir de Blues Jr. Amplifikatörüm. Birkaç tane de pedal :)
Peki senin için, bunların hangileri gerçekten özel ve vazgeçilmez?
1990 model Fender Stratocaster’ım. Onunla çok çaldım, çok memleket gördü. Üzerindeki çizik ve eziklerden onun da aslında bir lakabı var, ama şimdi o isme sahip olanları rencide etmemek için ismini paylaşmayayım.
Yanlış anımsamıyorsam rahmetli Yavuz Çetin ile çalmışlığın vardı. Bu nasıl gerçekleşmişti ve çalarken neler hissetmiştin/düşünmüştün?
Tanışmam ve de ilk defa onunla çalmam yanlış hatırlamıyorsam 1992 senesinin yazında Bodrum’da (Boğaziçi’nden de abim olan Teoman’ın da çaldığı), ki şu anki durumunu hiç sevemediğim, Beyaz Ev denen yerde oldu. Sonra 1995 yazında veya yaz sonunda Hayal’de de birkaç sefere mahsus çalmıştık. Ben o senelerde işim gücüm açık Mi akoru ile Duane Allman usulü slide çalmaktı, çok zevkli idi.
Yavuz cidden çok iyi bir gitarcıydı. Öyle böyle değil. Bambaşka bir seviye kesinlikle. Haberini ABD’de duyduğumda şok olmuştum. Üzüldüm çok.
Yerli gitaristlerimizden beğendiğin hangi isimler var? Joe Satriani’den Warren Haynes’e kadar birçok büyük gitaristle de tanışma imkanını yakalamış birisi olarak kimleri sayabilirsin?
Çok insan var, ama şahsen tanıdığım gitarcılardan bahsedeyim. Öncelikle Ümit Yılmaz. İsmini duymamış olabilirsiniz, ama kendisi cidden hocaların hocası, belki Türkiye’deki en iyi gitarcı, ve bu konudaki araştırmacılardan birisidir. 240 metronomda dörtlemeler! Sürat olayını bitirmiştir tam manası ile. Bana gitar çalmayı öğrenmeyi öğretti, ondan dolayı ona her zaman müteşekkir kalacağımı da özellikle belirtmem lazım. 6 ay 1 sene sol el vibrasyonunu bana nasıl öğretti hala inanılmaz geliyor. Çoğu insan buna dikkat etmez aslında, ama bir saniyelik bir nota ile bile Eric Clapton “ben Eric Clapton’ım” demesi işte bu vibrasyondan dolayı. Ve bunu gördükten sonra da geri dönemiyorsunuz, aslında hiçbir şey bilmediğinizi de suratınıza vuruyor. Ama tabi bu insana daha fazla çalışma yönünde etki etmekte.
Sonra Erkan Oğur. Öncelikle hem insan olarak (ki Ümit ile veya Ekrem’in atölyesinde çok fazla kez olmasa da uzun sohbetlerimiz olmuştu), hem de gitarcı olarak. Zaten bu laflara gerek bile yok, kendisi tam anlamı ile bir marka.
Yavuz Çetin. Dediğim gibi, kendisi dünya çapında bir Bluesbreaker idi.
Özgür Öztürk mesela aklıma gelen bir diğer isim. Hem insan olarak, hem de bu işe yaklaşımı olarak cidden dört dörtlük.
Eminim bir çok ismi atlıyorum…
Beatles ile tüm dünyaca üne kavuşmuş Abbey Road Stüdyoları’nda şu ana kadar en azından, kayıt yapmış tek Türk’sün. Bu olayın hikayesini ve orada ne gibi deneyimler kazandığını anlatır mısın?
British Council’dan burslu bir şekilde Londra’da LSE isimli okulda master yaparken, tanıştığım ismi Per olan Norveçli bir arkadaşla, o zamanlar çok iyi giden Suede tarzı müzik yapalım diye bir işe giriştik. 7-8 gibi beste yaptık, ve de grup kendiliğinden oluştu, bas gitarı bir diğer Norveçli, ve de davulda da Iskoç bir arkadaş. Neyse, Per vokal ve klavyede idi, ve de çok girişken bir çocuk. O zamanlar DAT kasetler var, bu yaptığımız besteleri kendimizce bir stüdyoda kaydettik bu format ile. Per bunları çok insana yolladı, ve de devamında bu yaptığımız demolar bir prodüktörün dikkatini çekti. Anlaşma imzalandı, bize çok sık olmasa da (haftada bir veya iki haftada bir gibi) Londra civarlarında çeşitli çok büyük olmayan cover ve beste harmanı bar programları ayarladı.
Devamında yaptığımız bestelerin adam gibi demosunu kaydetmek için bu prodüktör işte Abbey Road civarındaki stüdyoyu ayarladı. MCA ile çalışıyordu hatta hem kendisi, hem de bu kayda girdiğimiz yer. Bu arada Abbey Road diye bir stüdyo yok sanırım, o EMI’ın oradaki stüdyosu herhalde. Bizim kayda girdiğimiz yer bayağı yakın bir yer ve de aslına bakarsan tam da Abbey Road üstünde değildi. Ama tabi bence ve bizce o zaman yeterince iyi. Hatta nerde bilemiyorum ama Beatles’ın o albümünün kapağıdaki gibi bir fotorafımız var orada, yağmurlu bir günde.
Master bitince ve de insanların da asıl mesleği müzisyenlik olmayınca, ne kadar ısrar etseniz işler yürümüyor. Bize de bu oldu, Per geri Norveç’e döndü, davulcumuz yuppi oldu (Investment Banker), ben akademik olarak devam ettim… Neyse, dağıldık. Ama bu yaptığımız besteleri de gayet iyi bir para karşılığı da bu bahsettiğim prodüktöre sattık. Kullandı mı kullanmadı mı hala bilemiyorum ama çok da merak ediyorum hala. Ondan hani meşhur olmayan (ki meşhur olsa bilirdim diye söylüyorum) Ingiltere kökenli bir albümdeki bir şarkıda besteci olarak Barlo adını görürseniz, bana hemen haber veriniz :)
Deneyim açısından, bir çok şey kazandım diyemem aslında. Asıl deneyim kazandığım yer önem olarak çok daha az olsa da Minneapolis’te kendi çağımızda bir grupla çaldığım zamanlar. Bence ABD’deki müzisyenler o konuda çok daha iyi, ne nasıl kullanılır, hangi enstrüman frekansın neresinde oturmalıdır ve de ona göre kuru gürültü olmadan kendimizi duyururuz gibi konuları açıkçası ben tam detaylı olarak Minneapolis’te öğrendim diyebilirim. Tabi öğrenilecek hadiselerin sonu yok, ama aklıma gelenler, mikrofon açıları, lambalı amplifikatörlerin ses yüksekliğini gözeterek kullanımı, ekolayzır ayarlarının doğru yapılması vesaire hep orada tam manası ile öğrendim. Bir de alt yapının önemini benim gördüğüm çok iyi kavramışlar. Abbey Road zamanında daha ziyade patron şunu yapın diyordu, ve biz de yapıyorduk aslında.
Sabancı Üniversitesindeki hocalığının yanında, halen iki grupla birlikte müzik yapmaya da devam ediyorsun. Gruplarını biraz tanıtır mısın?
Birinci grubum Kinda Blue, hatta yarın Studio Live’da Zardan Adam isimli grubun ön grubu olarak çıkacağız.
Blues ve blues temelli klasik rock yapıyoruz diyebilirim. Zevkli, çok hoşlandığım müzikler olduğu için, çok eğlenerek devam ediyoruz açıkçası. Çalma açısından olmasa da müzisyenlik yaklaşımı olarak gayet amatör olduğumuzu belirtmem lazım. Şarkıcımız Eser bize aslında o kadar çok yer ayarlıyor ki, verdiğimiz konserlerden daha fazlasını reddetmek durumunda kaldık. Buna rağmen çaldığımız mekanlar arasında gayet iyileri var, Studio Live, Balans, ve Shaft gibi. Ama benim aklıma kazınan konser kesinlikle Sultanahmet meydanında olandı, Ayasofya’nın duvarının bitişiğinde Cumartesi öğlenden sonra orada olan çok sayıda insana müzik yapmış olduk. Açık bir konserdi, ve “bar köşelerinden, meydanlara (hatta Sultanahmet meydanına) inmiş” olduk.
Öteki grup daha ziyade caz grubu diyebilirim. Onda kendimiz için çalıyoruz, bol bol nota okuyup, şarkıları deşifre edip, 1960 öncesi caz şarkılarını çalmak için uğraşıyoruz. Kendi çapımızda bir şey daha ziyade.
Bu gruplar haricinde, kendin için bir şeyler de yazıyor veya kaydediyor musun? Bir gün kendi solo albümünü yapmak gibi bir hayalin/planın var mı?
Her müzisyenin öyle bir hayali vardır elbette. Ama plan konusuna gelirsek, açıkçası orada işte zaman problemi başlıyor, çünkü daha önce dediğim gibi aslında mesleğim akademisyenlik. Bunun yanında kendim için yazdığım, hatta kendi imkanlarımla evde kaydettiğim bir çok şarkı var. Bir yerde duruyorlar onlar, bakalım belki zamanla denk düşerse bu bahsettiğim zuladan şarkıları çıkartıp kaydederim. Ama işi gücü bırakıp bu hayal peşinde koşmak gibi bir planım da yok, onu da sanırım belirtmem lazım.
Ben sorularımın sonuna geldim. Senin eklemek istediğin bir şeyler varsa, tam zamanı ;)
Teşekkür etmek isterim, bir zevkti.
Tarafımdan yapılan bu röportaj 2008 yılında YUXEXES Dergisi, Gitardaki Sarmaşık Köşesinde yayımlanmıştır. İzin alınmaksızın ve/veya "TAM" kaynak gösterilmeksizin alıntılanması, kopyalanması durumunda derginin yayımcı şirketi gerekli her türlü yasal yaptırımlara başvurmaya yetkilidir.
Elinize sağlık, birazdan ikinci bölümü de okuyacağım. Dr. Barlo'yu yakın zamanda tanıdım -özellikle gitarpedal forumunda, ve gerçekten bunca bilgili ve bu bilgisini paylaşmayı seven biri olduğu için şanslıyız genç gitarcılar olarak. Velhasıl oldukça merak ediyordum kendisini, bu röportaj ile biraz tanıma fırsatı buldum.
YanıtlaSil