1/13/2012

Mehmet Barlo Özel Röportajı (2011)





Merhabalar Mehmet Barlo. Müzikle alakalı geçmişinden seninle YUXEXES için yapmış olduğum ilk röportajda (okumak için burayı tıklayınız) bahsetmiştik, dolayısıyla “bize kendini tanıt” faslını geçip doğrudan teknik ve pazarla ilgili sorularıma geçebilirim. Öncelikli olarak Türkiye gitar ve alakalı ürünler pazarının güncel durumu hakkındaki görüşlerini öğrenerek başlayalım mı?

Selamlar Barış. Doğrudan konuya girelim. Bence, şu andaki gitar ve alakalı ekipmanlar hakkında Türkiye'deki durum yakın geçmişe göre bile çok ciddi ilerlemiş vaziyette. Tabi normal olarak bunlar büyük şehirlerde yoğunlaşmış bir şekilde olsa da, büyük şehirlerde yaşayan bir insanın elinin altında ciddi şekilde yurtdışında, hatta bu işin merkezi olan ABD'de bile zor bulunabilecek ekipmanlara ulaşmak epey kolay olmakta.

Alakalı olarak bir hikaye anlatayım, yakın zamanda başımdan geçmiş olan. Ben şahsen Fralin Stratocaster manyetiklerini, özellikle %5 az sarımlı olan Vintage Hot modelini çok severim. Bu aletleri edinmek açısından bir problem, genelde üçlü bir set olarak satılmaları ve de fazla satıcılarının olmamasından kaynaklanır. Bu bahsettiğim problem ABD'de. İstanbul’da ise distribütörü Pluton Müzik ve onunla alakalı çalışan  dükkanlar var. Elimizin altında. Bu bağlamda, doğrudan bu aletleri edinmek çok kolay ve de bu şekilde kendime tam da sevdiğim gibi bir 5.60 Kilo Ohm’luk bir sap Stratocaster manyetiği edinebildim. İnan bu ABD'de dahi o kadar kolay değil, zira şahsen biliyorum, aynı hadiseyi 7-8 sene önce (orada yaşarken) yapmıştım ve bu kadar kolay olmamıştı.



Bunun yanında sıfır gitarlar ve amfiler açısından çok ciddi kaynaklar var. Pluton Müzik'in, Do-Re Müzik'in, TNT Müzik'in son zamanlarda yaptıkları atılımlar ciddi şekilde Türkiye'deki sıfır ekipman piyasasında çok güzel rüzgarlar estirmekte. Bu kadar güzelini Avrupa'da bulmak zor. Elimizin altında Heritage ve Suhr gibi  çok iyi gitar markaları, Mesa Boogie veya Orange gibi üst düzey amplifikatör markaları, Xotic ve Voodoo Labs gibi en kaliteli pedal üreticileri bulunmakta. Çok güzel bir hadise kesinlikle. Mesela yurtdışında Xotic EP Boost pedalı hakkında bir çok istek varken, satın almak için bulmak epey zor. Fakat İstanbul’da elimizin altında var. İkinci elde satılan aletlerin kaliteleri de ciddi şekilde artmış vaziyette benim görebildiğim kadarı ile. Custom shop menşeili gitarlar, amplifikatörler, butik adı verilen ufak üreticilerin pedalları... Hepsi bulunabilmekte, tabi ikinci el olduğu için biraz sabır ile... 




Bütün bunlardan belki daha da önemlisi, yerli bir üreticinin durumu. Alen Geere markası ile üretim yapan Emre Balkan ciddi ciddi çok güzel gitarla alakalı ekipmanları ardı arkasına üretmekte. Hatta bu yapılan üretim Türkiye'den ziyade büyük ölçeklerde yurtdışına yapılmakta. Kurumsallaşmış bir yapıda hatta, garantisidir, alakalı kurumlardan (tam olarak KOSGEB) alınan ihracat destekleri de söz konusu. Japonya, Avustralya, ve Avrupa'ya dikkat çekici miktarda ihracat, hali hazırda yapılmış vaziyette. Gitar pedalları, lambalı amplifikatörler için güç düşürücüleri ve bilumum alakalı aksesuarlar... Bu arada özellikle Alen Geere'den bahsediyorum zira bu işi usta üretimi seviyesinde görmeyen ve de şirketleşip ileri götürmeyi, uluslararası bir şekilde başarmış bir yapısı vardır ki bu da bence çok önemli. Bu başarılar hakkında daha da fazla haberler gelmesini  hem umuyor, hem de bekliyorum.

Toparlamak gerekirse, şu andaki durum yakın geçmişe göre bile çok daha iyi benim gözümde.

Gitar ve ekipmanları hususunda ciddi bir otorite olarak kabul görülme durumun var ki bu hem Türkiye, hem de belli ölçüde dünya için geçerli. Bu konularda hem teori, hem de pratik anlamda reddedilemez bir birikim var, orası açık. Bu donanımı nasıl elde ettin?

Öncelikle beni öven sözlerin için teşekkürler. Ben şahsen kendimi senin bahsettiğin kadar yetili görmüyorum. Ondan dolayı da öğrenmeye uğraşıyorum, malum bilginin de sonu yok. Özellikle, elimizin altında inanılmaz kaynaklar sunan internet varken... Ve de öğrendikçe, bunları istekli olan insanlarla paylaşıyorum. Bu konuda sanırım kendim hakkında ciddi bir avantaj olarak gördüğüm hadise, analitik inceleme unsuru olur. Eğitimim gereği, ki buna sadece akademik eğitim değil gitar da dahil aslında - Ümit Yılmaz sağ olsun, bir unsuru anlamak için sıfırdan başlamaktan korkmam, geri çekilmem. Ve aslında biliyor musun, hadisenin en zor tarafı da nerden başlayacağını bilmek bence. Bu olduktan sonra, başlangıçtan sonra öğrenmek istediğim konu hakkında bilgi birikimi yavaş yavaş oluyor. Sabır gerek tabi, devamında biraz dikkatli olup zaman koymak ve de alakalı unsur hakkında bilgi toplamak için sabretmek ve çekinmemek gerek. 



Zamanında Caswell isimli bir mühendisin 1970'lerden kalma bir Marshall metal panel ismi verilen 100W'lık 1959 modelini modifiye etmesi ile başlayan bir amfi hikayesi çok ilginçtir. Örnek olarak onu vermek sanırım daha aydınlatıcı olur. Buna gayet sığ olarak Slash'in “Guns and Roses - Appettite for Destruction” albümünde kullandığı ve “NightTrain” şarkısında bir yerde imza olarak görülen tonu veren amfi diye bahsetmek olmaz, o bakış açısı ile amfinin detayları tam olarak görülemez. Zira, aslında Slash'in kullandığı amfi seksenlerin ikinci yarısında diğer bir grubun ve de çok sevilen gitarcının albümlerinde kullanılan bir diğerinin birebir kopyası olarak yapılmıştır. Dokken'den ve George Lynch'ten bahsediyorum. Yani buna sadece AFD - Slash amplifikatörü olarak yaklaşsak diğer detayları atlarız ve de yelpazeyi tam olarak göremeyiz. O zaman epey bir detay kaçar. Bu amplifikatörün  ayrıntılarına yavaş yavaş bakmaya başladım, öğrenmek için, meraktan... Internet sayesinde, devre yapısını arayıp bulduk, alakalı  arkadaşlarımın da sayesinde. Ve hakkında epeyce bir detayı zamanla öğrenmiş olduk. Devamında geçen aylarda  Oslo'da iş sebebi ile gittiğim bir konferans sırasında, imkan bulup oradaki bir gitar dükkanında bu amplifikatörü detaylı deneme şansına ulaştım. 1 saatten fazla ve de 100W'ın yüzünü de kullanarak, gayet de güzel bir Marshall 1960 kabin ve bir Gibson Les Paul Custom ile. Hatta 1980lerin başından kalan orjinal bir Marshall 2203 (nam-ı diğer JCM800) ile birebir karşılaştırarak. Kısaca, ideal bir durumda oldu bu test sürüşü. Ve inan orada bu amplifikatör hakkında bilgi veren arkadaştan daha iyi biliyordum. Bu ama sadece zaman koymak, sabırlı olmak ile alakalı, ki senin sorduğun sorunun cevabı da bu. Öğrenmeyi bilmek lazım, sabırlı olmak lazım, ve de her noktada bir sonraki adımı atarken biraz analitik olmak gerek. (Not: Bu işin daha da ayrıntılı hali için bu bağlantıdan Mehmet Barlo'nun kendi blogundaki makalesine bakabilirsiniz!)




Hepsinin kökeni de sevgi. Ben bu işi seviyorum, dolayısı ile ilgi duyuyorum, dolayısı ile öğrenmek için gerekli sabır ve zamanı koymak beni mutlu ediyor. Ayrıca, benim gözümde en eğlenceli taraf yolculuğun kendisi, bir diğer deyişle öğrenme sürecinin kendisi. Dinlediğim  müzikte de öyle, çaldığım parçalarda da öyle. İlk seferler bence çok özel ve çok güzeller. Ve öğrenmek demek, tanımı gereği o unsura ilk sefer şeklinde girişmek demektir. Dolayısı ile insanı genç tutmakta, kafaca en azından.

Bunlardan dolayı, kendilerinden bir çok hadise öğrendiğim kişiler oldu. Birikim onların da sayesinde. Ümit Yılmaz biri mesela; 19-20 yaşlarındayken benim hocamdı ve de özellikle bu konularda bana öğrenmeyi öğretti derim hep. Sonrasında bir çok tanıdığa da teşekkür ediyorum kafamda, ABD'de kendimizce çaldığımız classic rock / bluesbreaker tarzı gruptaki arkadaşlara. O kadar çok şey öğrettiler ki o zamanlar, ben öncesinde ne biliyormuşum diye düşündüğüm olmuştur. Daha bunun gibi çok örnek var. Birisi de sensin, senden de çok şey öğrendim. Forumlar sayesinde bilmediğim, yanlış bildiğim unsurları, bizzat biliyorsun bu şekilde gelişen öğrenme sürecini. Daha bir çok kişi ve kaynak var bu şekilde, Cemal Öztürk gibi, Tanju Eren gibi, Yavuz Akyazıcı gibi (adam çok güzel ve net bir şekilde 2 mikrofon ile kabin mikrofonlamayı öğretti, iki kelamda!) ...



Seninle daha önce yaptığım röportajda da sorduğum birkaç soru vardı, bu konulardaki güncel düşüncelerini de öğrenmek isterim. Tüm tecrübe ve bilgine dayanarak;

a)temel elektrik gitar ve ekipmanları bilgi seviyesini (hem icracı müzisyenlik, hem de
ekipmansal bilgi seviyesi olarak)
b)ekipman edinme süreçlerini ve alışkanlıklarını,
c)ekipmana ve bilgi paylaşımına dayalı forum ortamlarını ve forumculuğu,
Değerlendirebilir misin?

Daha önceki bakışıma göre, ilk bahsettiğin unsurda çok değişen bir hadise yok. 10 15 sene öncesine göre, durum çok iyi. Ve bu açıdan internetin önemini hep beraber görmemiz lazım. O zamanlar bir iki dergi, Tünel'deki arkadaşlarla elden ele geçer ve ancak oradan anlayabildiğimiz kadarı ile bir şeyler öğrenmeye uğraşırdık. Çok deneme imkanı da olmazdı açıkçası. Ama şu anda ciddi bir bilgi birikimi var ve de bu çok güzel.

Ekipman edinme süreçlerim ve alışkanlıklarım... Bilsem... İşin şakası bir yana, sanırım ikiye ayırabilirim. Birincisi, araştırıp hakkında detayları iyice edinip, devamında da test sürüşüne tuttuğum ve de onu geçen aletler olur. Örnekle bahsedeyim. Ben açıkçası gitar efekti olarak (kayıt değil) kompresörleri çok seven birisi değilim, dinamikleri traşladığını düşündüğümden. Ama açık seste country işine de meraklı olduğumdan, biraz araştırmaya girdim. Baktım ki benimki gayet yaygın bir kanıymış, bu aleti an ve an kullanan insanlar arasında dahi. Internet bu konuda süper! TDPRI isimli Telecaster forumundan bunların detaylarına baktım. Ki gayet yardım sever insanlar var, ve de bu işi de gayet de iyi biliyorlar. Onlardan aldığım tavsiye ile, ABD'ye gittiğimde St. Louis'de tavsiye edilen bu aletleri buldum, denedim. Sevdiğimi de almış oldum. Bunun yanında ikinci cins ekipman edinme süreci, vurulmak ile alakalı. Tabi denemem lazım. Bu konu maalesef çok sık olmuyor, ama olduğu zaman da kesinlikle en zevklisi. Ekipman ideal bir durumda denenecek, hakkında araştırmaya falan da gerek yok açıkçası. "Vurucu" bir etki yaratırsa, açıkçası, almaya çalışırım, tabi bütçemin içinde ise...

Sonuncu soruna gelince, maksat bilgi paylaşımı ve bilgi eksikliğinin engellenmesi... Internet çok güzel bir imkan, ama her güzel imkan gibi, bilgi edinimi çok basit olmaya başladığı için, bu sefer bilgi kirliliği de olmakta. Uğraştığımız forumlar (Müziktek ve GitarPedal),  işte bizim konularda temiz ve rafine edilmiş bilgi birikimini yaratmak üzerine kurulmuş yerlerdir. Bir referans olsun diye. Bundan dolayı da, yanlış bilgilerin yazılı kalmasına karşıyızdır. Her ne kadar bu kimi zaman problem yaratsa da, üzerine titrediğimiz bir unsur. Düzgün ve doğru bilginin birikimi... Bu konuda da başarılıyız diyebiliriz. Forumculuk tarafını genel olarak sorarsan, bilemiyorum... Bas gitar çalan arkadaşların da böyle bir yeri var, onun farkındayım mesela (basgitarist.com'du sanırım), ama diğerlerindeki bilgi kirliliği ve de daha da önemlisi orayı işletenlerin buna göz yumması, benim o cins forumları anında terk etmeme ve bir daha geri dönmememe sebep vermekte. Dolayısı ile, aslında Türkiye'de Müziktek ve GitarPedal'dan başka diğer forumları açıkçası çok bilemiyorum. Dolayısı ile "forumculuk" hakkında fazla konuşmam doğru olmaz...

Peki Türkiye’deki elektro gitar yapımcılığı, seviyesi hakkında neler söyleyebilirsin?

Yine aynı cevapla başlamam gerek. Eskisine göre çok daha ileri. Bu tartışılmaz bir gerçek benim gözümde. (Her ne kadar "ama" kelimesinin öncesinde yazanlar çok önemli değildir gibi bir bakış olsa da, bu sefer öyle değil. Ve "ama" diyeceğim) Ama, zaman zaman Roma'yı bir daha keşfetmeye çalıştıklarını hissediyorum. Diyelim bir Strat... Bu aletin yapısı, genel olarak yapısında kullanılan ağaçları vs bellidir. Onun yerine, "özel" üretim olduğundan dolayı, gayet enteresan ağaçlar kullanılmakta. Orjinali ile alakasız manyetik seçimleri, köprü tipleri, hatta sap profilleri seçilmekte. Elbette, bu illa kötü bir unsur değil, ama bu sayede de standart gitarların üretimi ile alakalı olarak çok fazla bir faaliyet yokmuş gibi gelmekte bana. Genelde hep "özel" aygıtlar... Anlatabiliyor muyum?  Benim gözümde, standardı çok iyi üreteceksiniz ki devamında yapılacak özel üretimlerde, temel standarda göre değiştirmek istediğiniz unsurlarda daha keskin bir işlem yapılabilsin. Haliyle, standart üretimi yerine, yapılan bir çok iş "özel" bir üretim ise... O zaman standart üretimi açıkçası olabildiğinin daha gerisinde ilerlemekte.

Tabi bu arada, bunların da benim tarafımdan yapılan bir gözlem olduğunu unutmamak lazım. Böyle davranmayan ve gayet güzel standartlar üreten yapımcılar var. Ufuk Biçer mesela. Ayrıca talep tarafı da bu bahsettiğim gözlemin sebebi olabilir. Yani gitar isteyenler ustaların tavsiyelerini standart yollar olma şeklinde bile olsa, onların dediklerini dinlemeyerek "özel" yola sapmak istiyor olabilir. Bu da gayet sağlam bir argüman gibi durmakta, zira yukarda bahsettiğim gibi Türkiye gitar piyasası ilerlediği için, yurtdışından gelen standartları hem sıfır hem de ikinci el olarak bulmak hiç de zor değil.



Son yıllarda pedal yapan, modifiye eden vs. kişiler (ne yazık ki tam anlamıyla girişimci olmayan) fark edilebilir ölçekte bir artış söz konusu. Türkiye’de yapılan pedallar, pedal yapımcıları ve genel ürün kalite seviyeleri hakkında nasıl bir değerlendirmeye sahipsin?

Açıkçası, katma değer sunmayan pedallardan ve de yurtdışında üretilen pedalların birebir kopyalarından hiç bahsetmeyeceğim. Maalesef bu da bahsedebileceğim üretimlerin kapsamını epey daraltmaktadır. Bu seviyede de bahse değer tek sistematik ve de kurumsallaşmış üretim Alen Geere markasından gelmekte. Az önce de biraz bahsi geçmişti, üst kalitede ve yapı olarak da orjinal tasarımlardır. Alen Geere açısından örnek vermek gerekirse, yakınlarda bitirdiği iki pedalı gösterebilirim. Birincisi “Leader” isimli bir pedal; Tam anlamı ile "hot rod plexi in a box" lafı geçerli bu alet için. Tabi ki verimli ve etkin kullanımı için lambalı bir amplifikatör aklımdaki ve bir Fender Blues Jr. ile Slash'in AFD tonuna epey yaklaşabildiğini şahsen söyleyebilirim. Bir diğeri ise, “Serene Boost” isimli pedalı. Bence, çok pahalı bazı butik pedallardan çok daha iyi bir clean boost kendisi. Dünya çapında bir aygıt...

Kendi ekipman listende de çeşitli sayıda yerli üretim materyaller var. Bize bunlardan biraz bahsedebilir misin?

Elbette. Açıkçası şunu da ekleyeyim, bu yerli üretim aletlerin yerine, onların yurtdışında yapılmış versiyonlarını koymak da imkansız. Bunu özellikle belirtmek istiyorum zira katma değerleri sadece Türkiye'de üretilmiş olmaları değil. Kesinlikle değil... Değerleri bence global bir bakış açısı ile bile kesinlikle çok yüksekler.

Alen Geere'in ürettiği Watt Killer Attenuator vazgeçilmezim. Gitardan, amplifikatörden ve de kullanılan pedallardan bağımsız olarak. Malumun, elektrogitar işi yüksek ses gerektirmekte, her ne kadar bunun bir sebebi gaddar davulcular olsa da (elbette şakadır... biz onlarsız ne yapardık!), temel bir sebep kullanılan lambalı amfiler. Sesteki kaliteleri ve gereklilikleri tartışılmaz. Ama aksi gibi verimli ve etkin bir kullanım için onların sesini açmak gerekiyor. Bu da hem sahne, hem de stüdyodaki sesleri çok yükseltebilmekte. Ben şahsen sahne ve stüdyoda 22W seviyesinin üzerini kullanılmaz buluyorum. Ve güç katındaki güç lambalarının satürasyonundan gelen o güzel tonu alabilmek için, bazı amfilerin sesini iyice açmak lazım, Marshall'lar ve Fender Tweed'ler gibi... Bu bahsettiğim aygıt, amplifikatörün kolon çıkışı ile kolon arasına girip, oradaki gücü biraz düşürüyor. Dolayısı ile 50W'lık veya 100W'lık bir Marshall'ı 22W veya 18W seviyelerine çekme imkanı sağlamakta. 3,5 ile 4,5dB arası gibi bir kayıpla, tam olarak kullanılabilen ve de şahane bir ton çıkartmaya yarıyor.  Kısacası amfinin verimli çalışmasına imkan tanıyor. Ayrıca 50W bir Marshall Plexi’yi 1.5 Watt seviyesine indiren artı bir ayarı da vardır. Hala epey yüksek bir ses olsa da, bu gibi bir amplifikatörü evde kullanma imkanı verebilmekte.




Bir diğer vazgeçilmezim, benim isteklerim doğrultusunda Türkay Öztuna'nın yaptığı, bir 1968 yılı Marshall Plexi tipi amfi;  DLT 1987 “RR PA - Barlo Mk” şeklinde bir isim koyduk, garip gurup köşede kalmış bir parça ismi gibi bir yerde... Bright kanalında, mesela, bright kapasitörü yoktur ve plate voltajı da 400V gibidir. EL34 (TungSol EL34B) güç lambaları kullanır. Verdiği tonu çok seviyorum ve de "sağ kolum" veya renginden dolayı "beyaz" diye hitap etmekteyim. Sahne, stüdyo, ev fark etmiyor. AG WattKiller ile de çok iyi anlaşıyorlar. Bunun yanında Türkay'ın bu kadar güzel amfiler yapmasından dolayı (bana yaptığı iki amfi daha var ve her birini de çok sevmekteyim) özellikle vurgulamak isterim ki, bu amfiler her ne kadar varolan amplifikatörleri temel alarak üretilmiş olsalar da, devre yapıları ve parçaları açısından kesinlikle "kopya" veya "salt montaj" değildir. Misal olarak, bana yaptığı “Dumble” cinsi amfide, benim Fender Tweedleri daha çok sevmemden dolayı, Blackface taraflı değil, Tweed işini daha iyi götüren kapasitörler seçtik. Bright kapasitörünü benim normal değerleri çok tiz bulmamdan dolayı daha düşük yaptık. Böylelikle ortaya yeni bir amplifikatör çıktı. Yani, MetroAmp gibi BrownNote ve hatta CeriaTone gibi firmalardan komple bir kit alıp yapılan "montaj" faaliyetleri klasmanında değildir. Bu özellikle önemli zira maalesef memleketimizde amplifikatör yaptığını iddia eden kimilerinin, faaliyeti ancak bu gibi unsurlarla kısıtlı olmakta ve bu hem acı hem de aksi gibi bilgi kirliliği yaratmaktadır.

Alen Geere pedallarından 3 tanesi vazgeçilmezlerim arasına girdi. Serene Boost, Leader, ve hali hazırda prototip olan bir ekolayzır ayarları barındıran ve çok az kompresyona sahip bir clean boost pedalı (renginden dolayı ben ona şimdilik tuğla demekteyim). Chorus olarak da Alen Geere tercih ettiğimi belirtmem lazım, çok seviyorum. Ama vazgeçilmez kategorisinde değil, her hangi bir chorus benim için aslında vazgeçilmez kategorisinde değildir... Orası elbette zevk renk...



Bu sorunun yanıtı son derece kişisel ve değişken. Zira hem zevke hem de ana ve yan ekipmanlara göre değişim gösterebilecek bir olgu, manyetikler. Bize Strat, tele, Les Paul ve süperstratlar için kategorize edecek olursak favori manyetiklerini, nedenleriyle sıralayabilir misin?

Barış'cım sebepleri anlatmak cidden uzun sürecek. Epey fazla denedim diyebilirim, gayet rahatlıkla. Ben sana bundan dolayı hızlıca bir liste vereyim;

Stratocaster gitarları için benim çok sevdiğim 3 üretici var. Fralin vintage hot %5 az sarımlı model, Van Zandt vintage + modelleri ve Duncan Antiquity II Surfer'lar. Bunların her birisi diğerlerine çok benzemez. 50'lerin başı cinsi bir hadise için Fralin'ler bence en iyisi. Bataklık dişbudağından bir gövde ve akçaağaç saplı bir strat var aklımda. 1959-60 yılları açısından, Texas Austin’den gelen bir zat açısından özellikle, en iyisi bence yine aynı eyalet ve şehirden olan Van Zandt vintage + modelleri. Ve daha sonrası, 1962-63 gibi seneler açısından daha güçlü bir model olan Duncan Surfer'lar. 




Telecaster'lar açısından, öncelikle söyleyeyim ben sap manyetiklerini sevmem. Onları ya strat ya da humbucker manyetikleri ile değiştiririm. Aslında p90 olsa daha sevineceğim ama bildiğin gibi ebatları biraz problem oluyor p90ların. Köprü için ise en çok sevdiğim üreticiler, Duncan, Hamel ve Ellis. Duncan'ın en çok sevdiğim modeli Jerry Donahue telecaster lead manyetiğidir. Hamel'ı çok insanlar bilmez. Halbuki Fender Custom Shop'un uzun süreler en namlı manyetik sarıcısı idi, ve şu anda gayet rağbette olan "twisted telecaster" sap manyetiğinin bizzat tasarımcısıdır. Onun hem Blackguard hem de Broadcaster modellerini çok severim. Ama üretimi bitirdi, artık manyetik sarmıyor. Onunla beraber bu işi yapan ve de sarımlarını devam ettirmekle kalmayıp, geliştiren bir diğer Fender ile alakalı üretici de Ron Ellis. Onun da manyetikleri, hem Blackguard'ları hem de Broadcaster'ları çok güzeller.

Humbuckerlara gelecek olursak, 3 üretici: Duncan, ve en çok sevdiğim modeli Brobucker isimli köprü manyetiği. İlginç bir hikaye, isteyene öneririm Google'da bir arama yapıp detaylarına baksın. Sap manyetiği olarak da Duncan'dan Antiquity sap humbucker. İkinci üretici Rolph. Bu adam Duncan gibi çok bilgili birisidir. Açıkçası, şakayla karışık bir şekilde, bu işin içinde olan bir çok insan hem Duncan'ın hem de Rolph'un diğer üreticilerin bildiklerinden fazla detayı unuttuklarını söylerler. Rolph'ların üretimi biraz şahsidir. Onunla telefonda konuşmanız, ve de sizin zevkinize göre bir humbuckera onun karar vermesi şeklinde olur. Başta "ne oluyoruz" demiş olsam da, sonuç cidden mükemmel oldu... Son üretici de bu işi bir süreliğine yarı zamanlı yapmış, devamında da bu işi bırakmış bir üretici, Tim White. Onun da yaptığı PAF cinsi humbuckerları çok sevmekteyim.




Biliyorsun manyetik modifikasyonları konusunda çok ilginç efsanelerimiz var. Doğru ve efektif bir manyetik modifikasyonu yapmak için hangi adımlar izlenmeli sence?

Bence temel prensip şudur: Gitar + Amplifikatör temel. Aralarında hangisi öncelikli diye bakmaya gerek yok bence, iki unsur da çok önemli. İkinci kademede pedallar ve manyetikler gelmekte. Bazı insanlar pedalları öne alır, bazıları (hatta hiç pedal kullanmayanlar) manyetikleri. Bu tarafta da  doğru yanlış yok. Manyetik çok önemli ama çoğu zaman insanlar bir manyetikten çok fazla (hatta zaman zaman komik olacak seviyede) sonuçlar beklemekteler. Halbuki manyetik değişiminin temel unsuru, eldeki ağaca, amfiye ve de pedallara en iyi eşleşen "mikrofonu" bulmaktır. Bu kadar basit. Dolayısı ile tek doğru da yok. Aynı manyetik, bir gitarı vezir yaparken bir diğerini rezil yapabilir. Buna örnek olarak Duncan ‘59ları gayet rahat verebilirim, çok üst düzey bir manyetiktir. Ama köprüdeki bol tizleri ve de saptaki bol basları açıkçası tahta, amfi ve pedallar ile uyum konusunda bir çok insana problem çıkartır. Fakat aynı anda Robben Ford gibi bir canavar aynen bu manyetiği kullanıyor. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Ayrıca, öncelikle farkında olunmalı ki, manyetik modifikasyonu eldeki ucuz bir gitarı birden süper bir hale getiremez. Slash'in manyetiklerinin aynısını gitarınıza taktınız diye (gitarınız epey pahalı bir model olsa dahi) otomatikman onun sesini elde edemezsiniz. Çalımı, parmakları belki en önemli unsur hatta. Devamında, amfisi, kullandığı kolonlar vesaire... Dolayısı ile Slash'in ekipmanının ta kendisini çalan bir insan, Slash ile alakasız duyulurken, ekipman olarak alakasız parçalar kullanan bir diğeri ise pek yakın duyulabilir. Bunlar tek çözümü olmayan, öznel ve enteresan hadiseler. Zaten ondan ilginçler ve de ondan bu işi çok seviyorum. Kısacası, manyetik değişiminin farkını anlamak için öncelikle oturmuş ve sağlam bir gitar çalma yetisine ve iyi bir amplifikatöre sahip olması gerekmektedir. Ancak iyi bir teknik, iyi bir amplifikatör ve iyi bir efekt zinciri ile manyetik değişiminin yarattığı farklar ortaya çıkacaktır. Ayrıca, çoğu durumda, özellikle fabrika çıkışı olarak iyi olan bir gitarda, manyetik değişikliği beklenildiği kadar radikal bir değişiklik yaratmayabilir. Dolayısı ile modifikasyona ilk başlamanız gereken nokta manyetik değişikliği olmayabilir. Bunların farkında olduktan sonra manyetik değişimlerinin etkilerini görmek cidden çok vurucu olur. Aynı gitar, aynı amfi ve aynı pedallarla çok daha istenildiği yönde bir ses çıktığında, olay tamamlanmış oluyor. 

Benim sorularım şimdilik bu kadar. Senin Sound Dergisi okurlarına iletmek istediklerin varsa, tam zamanı...

Çok teşekkürler Barış. Hem seninle, hem de Sound okurları ile zaten yakında daha fazla iletişim kurabileceğim.

Tarafımdan yazılmış olan bu içerik Sound Dergisindeki "Gitarizm" Köşesinde yayımlanmıştır. İzin alınmaksızın ve/veya "TAM" kaynak gösterilmeksizin alıntılanması, kopyalanması durumunda derginin yayımcı şirketi gerekli her türlü yasal yaptırımlara başvurmaya yetkilidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar