10/31/2012

Devon Graves (Dead Soul Tribe) Özel Röportajı (2005)


Herkese merhaba. Arşivin tozlu raflarında unutulmaması gereken başka bir röportajla daha karşınızdayım. Bu kez Progressive Metal grubu Dead Soul Tribe grubunun beyni Devon Graves ile 2005 yılında yapılmış olan çok sıkı bir röportaj var. Bu röportaj ZOR Dergisinin (ki harika bir dergi idi. Okan ve tayfasının insanüstü emeği ile ortaya çıkmış, DOLU DOLU bir müzik dergisiydi, hala çok iyi hatırlarım) 5. sayısında yer almıştır. Murat BATMAZ dostum tarafından yapılmıştır ve yine Murat'ın izni ile burada yayımlanmaktadır. Umarım hoşunuza gider... Bu arada Murat halen http://www.seaoftranquility.org sitesinde yazarlık kariyerine devam eden, yürüyen bir müzik ansiklopedisidir. Kesinlikle tavsiye ederim, müthiş inceleme yazılarına ve röportajlara imza atmış bir üstattır...

Barış Şahin


90'lı yılların en başından itibaren Progressive Metal müziğe yaptığı inanılmaz katkısına karşın bir türlü Queensryche ve Fates Warning kitlelerine ulaşamayan Amerikalı efsane grup Psychotic Waltz'un yetenekli vokalisti Buddy Lackey, veya şimdiki ismiyle Devon Graves, tası tarağı toplayıp Avrupa'ya taşındığında kimse ondan Dead Soul Tribe gibi bir proje beklemiyordu. Özellikle ikinci albümleri A Murder of Crows ile birlikte Inside Out şirketine geçen Devon Graves'le keyifli bir sohbet...

MB: Merhaba Devon, yeni albümünüz A January Tree'yi piyasaya sürer sürmez Threshold'la turneye çıktınız. Genel olarak nasıl geçti konserler?

DG: Evet 20 günlük bir turne oldu ama orada sadece Threshold'un açılış grubuyduk. Daha önce de Psychotic Waltz'un Mosquito turnesinde onlarla beraber çalmıştık zaten. Konserler albümümüz için değildi çünkü henüz insanlar yeni Dead Soul Tribe'ın çıktığını bilmiyorlardı. Yarın The January Tree için tanıtım konseri vereceğiz burda. Giriş de ücretsiz olacak. Asıl turnemizi Kasım ayında Rage'le beraber yapmayı planlıyoruz.


MB: Artık Avusturya'da yaşıyorsun değil mi?

DG: Evet Viyana'da yaşıyorum.

MB: Ne zamandan beri oradasın?

DG: Beş yılı geçti, 1999'dan beri buradayım.

MB: Avusturya'da Almanca konuşuluyor. Hiç Almanca öğrendin mi?

DG: Çok az. Biraz biliyorum ve anlıyorum ama İngilizce konuşmayı tercih ediyorum.

MB: Avusturya, diğer Avrupa ülkelerine göre metal müziğe çok fazla ilgi gösterilmeyen bir ülke. Dead Soul Tribe'la orda çok sık çalabiliyor musunuz?

DG: Burada neredeyse hiç metal konseri olmuyor. Ara sıra büyük gruplar geliyor ve konser veriyorlar ama Avusturya konum olarak Almanya'ya çok yakın olduğundan buradaki fanlar genellikle oradaki büyük festivallere gidiyorlar. Ulaşım problem olmuyor çünkü Avusturya'dan her ülkeye kolayca birkaç saat araba yolculuğu yaparak ulaşmak mümkün. Buradaki tanıtım konserimiz tamamen promosyon amaçlı ve giriş ücretsiz olacak ama buna rağmen çok fazla ilgi olacağını beklemiyorum.



MB: Peki Dead Soul Tribe olarak Avusturya'da çok fazla konser vermeden geçimini sağlamak zor olmuyor mu?

DG: Ben çoğu müzisyene göre şanslıyım çünkü bu şirkete geçerken şartlarıma uygun bir kontrat imzaladım. İkinci bir iş yapmak zorunda olmadan sadece müzik yaparak para kazanabiliyorum. Konser vermiyorum ve yeni bir albüm yaparken de şirketim bana destek oluyor.

MB: Henüz çok yeni olmasına rağmen 20 günlük "The January Tree" dinlememden sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki "A Murder of Crows" başyapıtını aşan bir albüm yapmışsınız. Zor olmadı mı AMOC gibi bir albümden sonra yine böyle bir albüm yapabilmek?

DG: A Murder of Crows birçok dergi ve webzine'den iyi eleştiriler aldı, beklediğimden iyi karşılandı. Ama ben o albümden daha iyisini yapabileceğimi biliyordum; bence her DST albümü bir öncekinden daha başarılı. Şimdiye kadar da dinleyenler January Tree'nin en iyisi olduğunu söylüyorlar senin gibi.

MB: January Tree'yi henüz dinlememiş olanlar için Murder of Crows'la nasıl kıyaslarsın?

DG: Murder of Crows'ta "çok iyi" diye nitelendirebileceğim 3-4 tane şarkı vardı, yerine o kadar oturmayan ve kafamdaki konseptle kaynaşmayan şarkılar da vardı. Bence January Tree'nin en iyi tarafı albümün tamamının çok homojen bir yapıda olması. Psychotic Waltz dahil ben daha önce arka arkaya altı tane mükemmel şarkımın olduğu albüm yapmadım. Başka gruplarda bile altı tane ardarda mükemmel şarkı çok az dinledim.

MB: January Tree'deki bütünlük hissi gerçekten harika. Bu albümde daha fazla Jethro Tull ve Black Sabbath etkisi duydum ben. Genelde bu grupları çok sevdiğini okuyorum zaten röportajlarında.

DG: Black Sabbath dinleyerek büyüdüm ben. Çocukken annemin arabasını yıkarken "Paranoid" ve "War Pigs"e çılgınlar gibi headbang yapardım. Daha çocuktum ama bu müziğin anlamını ve hayatımı nasıl değiştirebileceğini çok iyi biliyordum. Jethro Tull'un Aqualung dönemindeki öğeleri zaten Psychotic Waltz'tan beri müziğimizde kullanıyoruz.

MB: Eskilerden başka hangi grupları çok seviyorsun?

DG: 70'lerin bütün gruplarını çok seviyorum diyebilirim. 80'ler daha farklı bir dönemdi. Orada tolere edebiliğim ve tolere edemediğim gruplar çıktı ortaya. Iron Maiden tolere edebildiğim gruplardanken; Def Leppard, Mötley Crue ve Quiet Riot tarzı gruplardan hiç hoşlanmazdım.


MB: Modern gruplardan da sürekli Tool ve A Perfect Circle ile kıyaslanıyorsunuz. Şahsen iki grubun da büyük fanı olmadığımdan aradaki benzerliği yakalayamıyorum, muhteşem davulcular dışında tabi.

DG: Tool benim 90'lı yıllarda ve hala en sevdiğim gruplardan biri. Müzikleri orijinal ve yaratıcı fikirlerle dolu. Onları çok sık dinleyerek müzik yaptığım oluyor. Benzerlik konusu sanırım göreceli. Bazı Tool fanları DST'yi çok benzetebiliyorlar Tool'a; bazıları ise müzikalite olarak benzerlik kurabiliyorlar. Davulcular arasında bence müzikal bir yakınlık yok ama ikisi de çok yaratıcı müzisyenler senin de söylediğin gibi.

MB: Peki sen kendi adına müziğinizin Tool'a benzediğini düşünüyor musun?

DG: Evet. DST ille de bir gruba benzetilecekse bu Tool'dur.

MB: Hiç tanıştın mı peki onlarla veya turladın mı?

DG: Hayır turlamadık. Bu biraz zor. Tool çok büyük bir grup. Ama daha önce onlarla tanıştım ve konserlerinde soundcheck yaptım. Ben onların fanı olduğum için hepsini çok iyi hatırlıyorum ama onların beni pek hatırlayacağını sanmıyorum çünkü yıllar önce onların soundunu ayarlayan elemanlardan biriydim sadece . Zaten kötü bir şekilde bitti ilişkimiz.

MB: Ne oldu?

DG: Yıllar önce buraya geldiklerinde konsere başlamadan saatler önce soundcheck için ekipmanı kuracağımı söylemiştim. Gerekli yerlere ulaşıp planları yaptım ancak ekipman kararlaştırdığımız saatte gelmedi. Panik oldum, tanıdığım herkesi arayıp adamlara ulaşmaya çalıştım ama bir türlü ulaşamadım. Sonunda grubun davulcusu geldi ve baktı ki sahne bomboş. Nerede bizim set, dedi. Gerisini sorma...



MB: Tool dışında neler dinlemeyi seviyorsun?

DG: Nine Inch Nails. Süper bir grup. Her zaman büyük bir Soundgarden fanı oldum çünkü onlar da Sabbath ekolünden geldiklerini hiç saklamadılar ve buna rağmen kendilerini 90'ların fanlarına kabul ettirdiler. Jane's Addiction da çok iyi bir grup.



MB: January Tree'de şunu fark ettim. 70'lerin Sabbath tarzı anormal sert riffler üzerine inanılmaz yumuşak, kırılgan bir vokal tarzın var. Bu özellikle planladığın bir şey miydi?

DG: Yıllar geçtikçe çok değiştim. January Tree'de yaptığım vokal her zaman denemek istediğim bir tarzdı. Bence müzikle vokal arasındaki dikotemi fanların çok hoşuna gidecek. Psychotic Waltz'ta yıllarca bağırdım. Şarkı söylemedim, BAĞIRDIM. Avazım çıktığı kadar bağırıyor, yüksek oktavlara çıkıyor, çevremde bana iyi iş çıkardın diyenleri dinleyip kendimle gurur duyuyordum. Benim müzik anlayışım bu değil. Ben şarkı söylemek istiyorum.

MB: İlginç bir yorum. Psychotic Waltz'ta yaptıkların bir döneme damgasını vurdu. O yıllarda olmasa bile zamanla çok büyük bir etkisi oldu vokalistlere. Neden bazı müzisyenler farklı tarzlar denemeye başladıklarında eski gruplarını kötüleme yolunu seçiyorlar sence?

DG: Psychotic Waltz'ta yaptığımız müziği kötülemiyorum ben. Aksine müzik bence hala süper ama vokaller berbat. Bugünki gibi olsam onları asla o şekilde kaydetmezdim. Çığlıklar, böğürmeler... Bunlar hoşuma gitmiyor. Bence önemli olan January Tree'de olduğu gibi o sert tonlar üzerine sesini ezdirmeden, hatta biraz kısık bir vokalle mesajını dinleyiciye geçirebilmek. Dinleyici çığlık duyduğunda seni anlayacaktır. Tamam herif sinirli, diyecektir. İlk dinleyişten sonra anlamı kalacak mı o vokalin? Oysa en kırılgan vokallerle okunan sözler bence hep daha kalıcı olmaya aday. Psychotic Waltz'un asla underground sınırlarını aşamamasının nedeni o vokal tarzıydı ve dönüp o albümleri dinlediğimde neden başarılı olamadığımızı anlayabiliyorum.



MB: Psychotic Waltz fanları arasında seni çok eleştirenler var. Onlara nasıl cevap veriyorsun?

DG: Ben büyüyorum. Sadece yaşça değil, müzik olarak büyüyorum. Farklı sulardayım artık ve bu yönde ilerlemeye devam edeceğim. İlk albümde eleştiriler geldi, grubumu ve beni sevmek zorunda değiller benden artık Psychotic Waltz tarzı materyal duymayacaklar. Sanırım bunu anladılar ve kabullendiler. Artık eskisi gibi rahatsız etmiyorlar. Jim Morris çığlık atıyor muydu? Brutal söylüyor muydu? Mırıldanır gibi şarkı söylemesine rağmen koca bir kuşağı etkiledi. Benim için iki oktavlık bir ses aralığı veya dört oktavlık aralık önemli değil. Vokalistlerin bence en çok yanıldıkları nokta ne kadar çok bağırır ve ne kadar çok farklı tarzlarda şarkı söylerlerse o kadar beğenileceklerini düşünmeleri. Oysa sana bir şey söyleyeyim mi? Bir vokalistin en yaralayıcı vokali sesinin en kısık halidir. O vokalini öyle yapar ve seni en teknik vokalistten daha fazla etkileyebilir. Ben artık bunu yapmak istiyorum ve Dead Soul Tribe bunun için en iyi ortam. Bowie, Hendrix, Doors... Bu vokalistler bugünün standartlarında eleştirilebilir. Ama hepsinin bu müziğe katkısı ortada. Kimse onların müziğinin eskidiğini, anlamını yitirdiğini iddia edemez. Çünkü onlar zaman dışı müzik yaptılar. Böyle bir şey istiyorum ben de.

MB: Yazdığın sözlerin bu tarz müzikte anlamlarını daha iyi bulduklarına katılıyor musun?

DG: Evet. Psychotic Waltz hep teknik müzik yapmasıyla tartışılan bir gruptu, ihtiyaçları olan derin sözlerden çok onlara eşlik edebilen bir vokalistti. Orada da güzel sözler yazmıştık ama pek dikkat edilmiyordu. DST'de bu problem yok. Çünkü sözü atlamak mümkün değil. Dinleyicinin dikkatini dağıtacak başka öğeler yok müzikte.

MB: Bu albümde solo albümünden bir şarkıyı tekrar yorumlamışsın ve genelde coverları beğenmeyen biri olsam da bu versiyon bence süper olmuş. İlerleyen albümlerinde yine solo albümünden şarkı yorumlayacak mısın?

DG: Bunu bilmiyorum. Ben de çok memnunum "Just Like a Timepiece"ten.

MB: Şarkı kredilerinde tüm parçaların yanında Devon Graves yazarken, "Just Like a Timepiece"te "Devon Graves/Buddy Lackey" yazıyor. Çok komik geldi bana...

DG: Buddy Lackey, Psychotic Waltz'taki ismimdi. "Timepiece"i bu isimle yazdığım için DST'de kullanırken onu unutmuş gibi davranmak istemedim. Ama öte yandan da bu yeni bir yorumdu, DST yorumuydu. Devon Graves de ordan geliyor.

MB: Solo albümün neden başarılı olamadı?

DG: Çok kötü bir albümdü de ondan.


MB: Hayır müzikal olarak bence harika bir albüm. Bütün Psychotic ve DST CDlerinden sonra buldum solo çalışmanı ve beklediğimden çok, çok daha süper bir albüm bence.

DG: O albümü çok inanarak yapmıştım ama prodüksiyon aşamasında albüm bütün özelliğini kaybetti. İşten anlamayan bir prodüktöre güvenmek yerine kendim kaydetmeliydim aslında. Ama o zamanda çok fazla prodüksiyon işinden anlamıyordum. Albümü Almanya'da bir evde amatör şartlarda kaydettim. Sonra prodüktöre gönderdim. Birkaç ay sonra CD'yi gönderdiler ve dinlediğimde evde kaydettiğim CD'nin çok daha iyi olduğunu hissettim. Prodüktör ona gönderdiğim en yaratıcı melodi ve rifflerin bazılarını hiç kullanmamıştı bile. Aslında ortada teknik bir sorun vardı. Ben şarkılarımı 16-track bir alette kaydettim, onlar da gidip 24-track bir mikserde mikslemişler. Bu nedenle bas gitar ve elektro gitar birbirine girmiş, vokaller istediğim gibi mikslenmemiş. Benim kendi kaydımda program davul vardı, onlar stüdyoda başka bir elemana tekrar çaldırmışlar ve kafamdaki bütün his yok edilmiş. Çaldığım ritmleri yeniden kaydeden gitarist bazı yerleri doğru çalamamış bile! Ama albümü hala çok beğenenler var çünkü oradaki samimiyeti yakalıyorlar müziğimde. Bu güzel bir şey...

MB: Bu albümde davulcun Adel Moustafa da şarkılara katkıda bulunmuş. Onun yazdığı şarkılar gerçekten harika... Diğer elemanların beste yapmamaları onları rahatsız ediyor mu?

DG: Hayır onlar işlerin bu şekilde olmasından mutlular. Adel grupta benim en fazla güvenebileceğim adam. Onu tanır tanımaz müziğime getirebileceği etnik öğeleri biliyordum. Dahası, bir davulcu olmasına rağmen eline gitar alıp January Tree'deki bazı riffleri de besteleyebilecek kadar yetenekli. Davul çalışına gelince, şimdiye kadar dinlediğim en güzel ritmleri o çalıyor. Bundan sonra da istediği sürece benimle şarkı yazmaya devam edecek. Grupta herkesin bir işi var aslında. Mesela gitaristimiz turnede merchandise satışlarını yürütüyor, bir diğerimiz gruplarla olan iletişimi sağlıyor, ben röportajları yapıyorum....

MB: Ayreon'un son albümüne de konuk oldun, ki bence bu yılın açık ara en iyi albümü. Nasıl oldu projeye dahil olman?

DG: Ben o albümde vokal yapan ilk adamlardan biriyim. O yüzden vokallerimi kaydederken albümün nasıl olacağını henüz bilmiyordum. Aylar sonra dinlediğimde gördüm ne kadar iyi olduğunu.


MB: January Tree kitapçığında sadece Arjen Lucassen'e teşekkür ediyorsun.

DG: Evet.

MB: Neden?

DG: Bilmem, ondan çok şey öğrendim. Stüdyosuna gidip yapabildiklerini gördükten sonra kendimi bir müzisyen olarak nitelemek istemedim artık.

MB: Albümde "Pain" şarkısındaki vokallerin o albümün en muhteşem bölümlerinden biri. Senin sevdiğin vokalistler var mı?

DG: Hepsi mükemmel. Birbirinden bağımsız, ortak özellikleri olmayan onca adam geliyor sana vokal yapıyor. Onları sentezlemek imkansız diye düşünüyorsun, sonra albüm çıkıyor ve Arjen'in o kadar sesi tek bir vokalmiş gibi kaydettiğini görüyorsun. Hepsi inanılmaz performans sergilemiş.

MB: En çok kimleri sevdin peki?

DG: Opeth'in vokalistini.

MB: Mikael Akerfeldt?

DG: Evet, duyduğum en etkileyici sese sahip o adam.

MB: Ama brutal vokal de yapıyor, senin sevmediğin bir tarz yani.

DG: Olabilir bu onun mükemmel olduğu gerçeğini değiştirmez. Öldürücü bir yorum gücü var Akerfeldt'in...

MB: Albümünün ismi January Tree ama Ağustos ayında çıktı. Neden?

DG: Led Zeppelin IV hangi ayda çıkmıştı?

MB: ........ yılı biliyorum ama ayını bilmiyorum.

DG: İşte January Tree de böyle olacak. 30 sene sonra kimse January Tree 2004 Ocak ayında mı çıkmıştı diye düşünmeyecek. Albümün adı January olmak zorundaydı çünkü albümün genel konsepti o... terörist saldırılar, öldürülen insanlar, savaş. Şu anda Orta Doğu'nun göbeğinde yaşanmakta olan vahşete kulaklarımı tıkayamam. Ben Vietnam Savaşı döneminde büyüdüm, düşüncelerim o dönemde gelişti. O zaman Heavy Metal bir devrimdi, gerçek bir değişime tanıklık eden bir olguydu. İnsanları sokağa döken, isyan ettiren bir olgu. Müzik yaptığım, beste yazdığım sürece savaş ve katliama karşı durmaya devam edeceğim.


MB: Ocak ayında mı yazmaya başlamıştın albümü?

DG: Hayır, daha önce ama ocak ayında belirdi bu fikirlerin çoğu... kapak tasarımı, sözler... O kapak dünyanın bugün içinde bulunduğu durumu gösteriyor. Cılız, yalnız ve tükenmiş. Yağmur ormanları, kirlilik, savaşlar... bunların hepsi aynı temanın parçaları. Ama o kurumuş ağaç yine de yaprak verecek. Tek bir yaprak. Hayat bu. Dünyada onca problem var, insanlar ölüyorlar, biz yaşadığımız çevreyi düşünmeden kirletiyoruz, ağaçlar susuz kalıyorlar... ama o yaprak yine de yeşeriyor. Umudun simgesi o. Budur January Tree'nin sözlerinde yatan ana tema. Belki ben tek bir birey olarak şu anda dünyada olan bitenleri engelleyemem. Tıpkı o yaprak gibi. Ama hepimiz o ağaçtaki bir yaprak olabiliriz. Dünyadaki bireyler yani. Mesaj bazılarına biraz derin gelebilir ama January Tree bu duygularla yazıldı. Dünyada süregelen yaşam biçimini değiştirmek için savaşa gerek yok. Savaşmayın, barış olsun mesajı değil bu. Bu savaşı durdurmaya çalışmadan önce kendimizi değiştirmemiz lazım. O yaprak gibi yeşermemiz lazım. Ondan sonra çevremizde yeşeren başka yapraklar da olacaktır zaten.

MB: MP3 olayı hakkında ne düşünüyorsun?

DG: Sen ne düşünüyorsun?

MB: Hayatımda hiç MP3 formatında bir albüm indirmedim ve bununla gurur duyuyorum.

DG: Güzel çünkü genelde sen MP3 karşıtı bir açıklama yaparsan sana kendilerince açıklamalar yapıyorlar ve nedenler gösteriyorlar. Bir noktadan sonra da bu Napster muhabbetinin bir anlamı kalmıyor. Benim müziğimi MP3 olarak mı dinlemek istiyorlar? Peki, indirsinler. Kimseye MP3 kötüdür demeye niyetim yok. Ama kişisel olarak MP3 kalitesiz müziktir [Sanırım ilk kez bir müzisyen benle MP3 konusunda bu kadar paralel düşünüyor -MB], sound kötüdür. İsterlerse yüksek frekansta indirilsin, detaylar azalıyor. Sesler birbirine karışıyor. Eğer insanlar MP3 dinleyip, audio kayıt ile arasında bir fark yok diyorlarsa, onlara hakaret etmeyeceğim, ama müzik dinlememişlerdir. MP3 ile audio farkını duyamayan benim müziğimi ve bu tarz birçok müziği dinlememiştir. Gerçek bir CD'nin soundu daha iyi, görüntüsü daha iyi, her şeyi daha iyi. Üstelik grubun fanlarına verdiği gerçek bir materyal. Onu elinde tutup, işte bu benim en sevdiğim grubun CD'si diyebilirsin. Bilgisayarda olduğu gibi, elinle tutup gözünle göremediğin bir yazılım değil yani.

MB: Güzel bir röportaj oldu. Dead Soul Tribe dinleyicileri ilgiyle okuyacaklar. Teşekkür ederim.

DG: Ben de teşekkür ederim. Hoşçakal Murat.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar