10/04/2012

Fish Özel Röportajı (1999-Şebek Dergisi)


Ön açıklama: Bu röportaj, en altta da verildiği üzere 1999 yılında “Raingods with Zippos” albümü sonrasında Sayın Akif Ergüleç tarafından yapılmış, 1999 yılında Şebek dergisinde yayımlanmıştı. Bu yazı (halen) okuduğum en iyi Fish röportajlarından birisiydi. İçeriğindeki bilgiler de dikkate alındığında nispeten zamandan bağımsız bir halde olduğunu da düşünüyordum.

(Bu röportaj sayın Akif Ergüleç'in iznini alabilmek için kendisine ulaşamadım, denediğim halde. Eğer eserinin kaldırılmasını isterse anında bunu yerine getiririm.)

A.E.- “Raingods with Zippos” ilginç bir albüm ismi. Bu fikir nereden geldi?

Fish - Ne zaman bir Açıkhava konseri yapsak mutlaka yağmur yağar. Kendimi hep sırılsıklam olmuş bir yağmur tanrısı gibi hissederim. En komik durum 1997 de “Sunsets” turnesi sırasında Colombus, Ohio da başımıza gelmişti. Sabah şehre vardığımızda her yer günlük güneşlik idi. Kalacağımız otelin arkasında koca bir otopark vardı. Orada güneşte oturup biraz kitap okudum. Sonra odama çekildim. Öğleden sonra dışarı çıktığımda gruptaki diğer elemanları bir arada buldum, gülmekten gözleri şişmişti. Neden gülüyorlar diye sordum ve dışarı baktığımda her yer sular altında idi. Colombus ta son 25 senenin en şiddetli yağmur ve fırtınası çıkmıştı. Otoparka baktım, küçük arabalar kenarlara saçılmış,yan yatmışlardı. Orada dizlerime kadar suyun içinde öylece kalıverdim. Çocukluğumdan beri cebimde bir zippo çakmak taşırım. Cebimden bir sigara çıkarıp yaktım. Manzara inanılacak gibi değildi. Tabi konser iptal edildi. Herhalde yeterince izah edebildim, yoksa yağmur tanrısının zippo ile ne işi olabilir?

Albüm çalışması 98’in başlarında Sting’in menajeri M. Copeland’in Fish’i Fransa daki şatosu Maroutte’e davet etmesi ile başladı. Copeland daha birçok besteci ve müzisyenleri de davet etmişti. Amaç bu soyut ortamda değişik projeler üretmekti. Fish, Raingods albümündeki 3 şarkıyı da burada tanıştığı bestecilerle birlikte yazdı.



A.E.- Şatodaki hayatı anlatır mısın?

Fish - Bir hafta boyunca yedik içtik ve çalıştık. Çok değişik müzikal geçmişlerden gelen hiç tanımadığım bir çok insan vardı. Kısa bir süre sona bu kadar değişik ve çeşitli bestecilerden çok fayda geldi. “Mission Statement”, “Incomplete” ve “Tilted Cross” burada ortaya çıktı ve hepsinde de değişik etkiler vardır. “Mission Statement” şarkısını Rick Astley ve eski Nashville ustası Paul Thorn ile beraber yazdık. Bundan dolayı parçada blues etkileri vardır. Sesimin blues’a ne kadar yatkın olduğunu böylece keşfettim.

“Tilted Cross” ‘u ise Amerikalı iki besteci Tim Johnson ve Sheri Jackson ile yazdık. Sheri Alabama’da yaşayan bir folk şarkıcısı. Tim ise daha batıdan gelen bir country müzisyeni. Doğal olarak bu parçada da folk esintileri vardır. Parça Bosna Topraklarındaki Bomba yaraları hakkındadır. “Incomplete”’i Elisabeth Antwi ile yaptık. Elisabeth ile “Sunsets on Empire” albümünde de çalışmıştık. Bu parçada Elisabeth ile beraber söylüyoruz. Sesimin bir kadın vokalist ile çok iyi gittiğini biliyorum.





A.E.- “Incomplete” de ayrılık ve yalnızlık temasını işliyorsun. Bu açıdan bana “sugar mice”’ı anımsattı. Sugar Mice’dan bu yana tam 10 yıl geçti. Böyle bir gönderme gerçekten var mı?

Fish - Grup olunca aynı insanlarla benzer fikirlere saplanılıyor. Solo çalışmalarda tam bir serbestlik var. Değişik müzisyenler, fikirler, çok daha yaratıcı bir ortam...

A.E.- Bütün dünyada kızgın adam olarak tanıyorsun. Seni neler kızdırıyor?

Fish - Hep aynı olaylar…Politik saçmalıklar.

A.E.- Müziğinizde daima siyasi eleştiriler ön planda, öyle değil mi?

Fish - Evet,politik bir insan olmadığımı söyleyemem. Fakat politikaya deyinmeden de hiçbir sosyal eleştiri yapılamıyor. Yani şöyle, toplumsal konulara girildiğinde insan derhal toplumu idare eden hükümetler ile ihtilafa düşüyor. Böylece ister istemez politikacıları eleştirmeye başlıyorsunuz. Bu açıdan politik bir kişiliğim olabilir, doğrudan değil.

A.E.- Solo albümlerinde politik çatışmalar Marillion yıllarına oranla daha belirgin…

Fish - Bu benim içim doğal bir gelişme. Fakat Marillion ile yaptıklarımdan da o kadar farklı değil. “Misplaced Childhood”’a, hatta “Clutching At Straws”’a bakarsak o zamanlar daha çok kendimi arayış içindeydim. Kişi olarak devamlı bir arayış ve gelişme söz konusu. “The Web” tamamen kişisel bir soruşturmadır. Sürekli bir analizcilik, olayları net olarak kavrayabilme çabaları vs. “Fugazi”de de olay çok farklı değildi. Bütün bunları albüm kapaklarından bile görebilirsiniz. O zamanlar bu durum doğal idi. Şimdi kendimi çok daha olgun hissediyorum. Kurt Cobain de aynı çelişkileri yaşadı. Hiçbir zaman kendisini geliştirmedi ve dalgaları yaramadı, sonunda yok oldu.


A.E.- İnsanlarda hak etmedikleri burukluğu tam olarak hissediyorsun?

Fish - Toplumdaki bu kadar şiddetin sebeplerinden biridir bu . inanıyorum ki hüsran , sıkıntı ve kişinin kendini kanıtlama beceriksizliği, şiddet yaratır. Duygular şiddet ile ortaya dökülür. Sunsets albümünde bunlara değinmiştik.

A.E.- “Big Wedge” , “State of Mind” ve “ Fortunes of War” gibi parçalar politik kişiliğini yansıtıyordu. “ Plague of Ghosts” için neler söyleyeceksin?

Fish - Hiçbir şey. Bu parçada çok mesajlar var. Bunları keşfetmeyi ve yorumları dinleyiciye bırakıyorum. Hiçbir şey söylemeyeceğim.



A.E.- Parçayı Tony Turrel ve Mark Daghorn ile birlikte yazmışsınız. Kimdir bunlar?

Fish - İkisi de re-mix alanında tanınmış isimler. Marg Daghorn “Marillion”ın remix albümü “The Positive Light-Tales From the Engine Room”u yaptı. Fransa’dan döndükten sonra Mark ve Tony bazı fikirler ortaya attılar ve sonunda 25 dakikalık epik “Plague of Ghosts” ortaya çıktı.


“Plague of Ghosts” albümünün en çok dikkat çeken parçası. Altı bölümden oluşan parça dinleyiciyi kendinden geçiren atmosferi, melodik gitar ve klavye soloları, progressive orkestrasyonu ile beklide yüzyılın son epik progressive parçası olacak. Parçanın sözlerindeki gizli kahraman kabuslu bir uykudan uyanmaktadır. (Old Haunts). Yaşamın zor gerçeklerini öğrenebilmek için çok çabalayacak (Diggins Deep) ve sonunda yağmur tanrılarının dansı ile birlikte (Raingods Dancing) aydınlığa kavuşacaktır. (Wawing at Stars) . Hayatı kavramaya ve güzelleştirmeye giden tek yol budur (Make İt Happen) .Bu genel kavramın yanında ,herkesin kendine göre bir çok anlamlar çıkarabileceği “Plague of Ghosts” şimdiden bir progressive rock klasiği olmaya aday. Fish’in eski grubu Marillion son ’98 albümü “Radiation” ile progressive köklerinden ne kadar uzaklaşmışsa, Fish “Raingods with Zippos” ile müzikal türüne o kadar sadık kaldığını ortaya koyuyor. 


A.E.- Roadrunner ile anlaşma yaptın Dick Bros. Records’a ne oldu?

Fish-Dick Bros geçen yaz tarihe karıştı. Kendi plak şirketim ile gerektiği kadar geniş kitleye ulaşamıyordum. Sunsets en çok satan albüm oldu fakat yinede beni bilen çevreler içinde kaldı.
Beni daha önce duymamış insanlar kazanamadım. Esaslı bir plak şirketi bu konuda bana daha fazla faydalı olacaktı. Ayrıca Fransa’dan döndük ten sonra kendi plak şirketim için daha fazla zaman harcadığımı anladım. Bu zamanı müziksel yaratıcılığım için kullanmam daha uygun olur .

A.E.- ilk solo çalışman “Vigil in the Wilderness of Mirrors”dan beri devamlı Mickey Simons ile beraber çalışıyorsunuz. Konser turnesinde yine Simons’u görebilecek miyiz?

Fish - Bu sefer Mickey ile “Tumbledown” ve “Rites of Passage”ı yaptık. Albümde sadece bu parçalarda Mickey klavye çaldı. Diğer bütün parçalarda klavyeleri Tony Turne ile kaydettik. Konserlerde de Tony olacak.

A.E.- Yeni müzisyenleri tanıtır mısın?

Fish - Bütün gitarları Steven Wilson çaldı,Robin Boult ise akustik gitarı. Turnede kim olacak belli değil. Fakat klavyede Tony Turnell kesin. Bu sefer ilk defa bir bayan vokalist de bize katılacak.

A.E.- turne tarihleri belli mi?

Fish- Daha değil.

A.E.- Seni tekrar İstanbul’da görmek istiyoruz.

Fish - Sunsets turnesinde tam 70,000 sterlin zarar ettik. Neredeyse evimi kaybediyordum. Bu zararın çoğu beş ülkedeki anlaşmalı olduğumuz plak şirketlerinin bize hiç para ödemeden ortadan kaybolmalarındandır. Bunlardan birisi de Türkiye’deki eski temsilcimiz(!). Bütün bunlara rağmen İstanbul ve Ankara’da şahane konserler verdik. Tekrar Türkiye’de konser vermek isterim. Yalnız bu sefer gösteri diğerlerinden daha değişik olacak , sürprizlere hazırlanın.



1970’li yıllarda Genesis, Yes, King Crimson , Renaissance gibi dev grupların öncülüğündeki en popüler (Mainstream) müzik türlerinden olan progressive ve rock 70’lerin sonuna doğru müzik endüstrisinin punk, new wawe, disco, gibi değişik türlere yönelmesiyle popülerliğini yitirdi,bazı gruplar tamamen ortadan kayboldu,diğerleri de ayakta kalabilmek için daha ticari yollara saptılar. Yıllarca progressive müzik kendini duyuramadı. Sanki bu müzik türü tamamen unutulmuş, ortadan kalmıştı. Ne var ki 1982’de İngiltere’nin Ayelsbury kentinde ortaya çıkan yeni bir grup progressive müziğe yeniden hayat verdi : Marillion


A.E- Raingods için tam bir progressive albüm diyebilir miyiz?

Fish- Kesinlikle

A.E.- 1980’ lerin başlarına gitmek istiyorum. Neo-progressive hareketi nasıl başladı?

Fish- Neo-progressive kelimesini medya uydurdu. Bizden önce Twelfth Night vardı…

A.E.- Ve de IQ

Fish- IQ’ da yeni başlamıştı. Hiçbirimiz yeni bir akım başlatmayı düşünmüyorduk Ben bu yıllarda İskoçya’ daydım ve 12-bar kalıpları içinde sekiz dakikalık parçalar yazmakla uğraşıyordum. En çok klasik Genesis ve Yes etkisi altındaydım,punk, new wawe gibi saçmalıklar hiç ilgimi çekmedi. Kendim gibi tipler buldum ve kendi parçalarımızı bestelemeye başladık. Frank Us her’ da bizimleydi. Sonraları baktık Twelfth Night ve Pendragon gibi yeni gruplar da Genesis çizgisinde progressive müzikler yapmaya başlamışlar. Ve medya durumun farkına vardı ve yeni bir akım başlıyor zannetti. Her şey 70’lerin devamından başka bir şey değildi.

A.E.- Bu tam ne zaman oldu?

Fish - 1980’de . Bu zamana kadar hiç mikrofon önüne geçmemiştim. İlk defa Mayıs 82’de solistliğe başladım ve kısa bir süre sonra Marillion’a katıldım. Hiçbir zaman birkaç grup bir araya gelip hadi bir akım başlatalım demedi. Herkes kendi işiyle meşguldü.1982’de EMI ile anlaşma yaptık, bizden bir yıl önce Pallas anlaşma imzalamıştı. Diğer gruplar “indie” şirketlerle yollarına devam ettiler.



A.E.- Özellikle Amerika’da 70’lerin senfonik progressive sound’u çok popüler, Hammond orglar, mellotronlar vs.

Fish - Bu bana ters geliyor. Birkaç sene önce Belçika’da bir prog-rock festivaline katıldık. Sahneye çıkan her grup sanki aynı müziği çalıyordu, yavaş ritimler, uzun parçalar, mellotronlar, benzer orkestrasyonlar, sanki on saat hep aynı grubu dinliyorsun gibi. Bu benim için progressive değil… Nostalji…

A.E.- Fakat dünyada bu nostaljiye büyük ilgi var, fazla yenilikçilik değil, gelenekselcilik modası...

Fish - Doğru… ve progressive müzik dinleyicileri en sadık ve en acımasız olanları. Geleneğin dışına biraz çıkıldı mı derhal ters tepki gösteriyorlar. Ben bunu Marillion’dan ayrıldıktan sonra çok iyi yaşadım.


A.E.-Sence progressive nedir?

Fish - Bana göre “Smashing Pumpkins” progressive. Dal Bello ve Babylon Zoo’da değişik arayışlar var. “Radiohead” ve “Porcupine Tree” kelimenin tam anlamıyla ilerici yani progressive.

A.E.-Bu durumda Fish nerededir?

Fish - Hiçbir yerde. Doğruyu söylemek gerekirse hiçbir akım veya felsefeye takılmak bana göre değil. Bütün müzisyenlere ve gruplara saygım var ve iyi olan her tür müzikle ilgilenirim. İçimden geleni yapıyorum.

A.E.-Fish, harika bir sohbet oldu. Ayırdığın zaman için teşekkürler.

Fish - Ben de memnun oldum, Görüşmek üzere.

Akif Ergüleç/1999

1 yorum:

  1. Güzel bir söyleşi olmuş. Fish en çok takip ettiğim adamlardan biri. Sanırım son turne ve albümle müziğe veda edecek.

    YanıtlaSil

Popüler Yayınlar