6/01/2011

Knight Errant Özel Röportajı

Bu röportaj 2009’da, YUXEXES’deki Gitardaki Sarmaşık köşem için yapılmış, ancak hiç yayımlanamadan derginin yazı hayatına son vermesi nedeniyle ilk defa okunmaya sunulmuştur. Köşeme yazdığım girizgahla birlikte altta keyfinize sunulmuştur... Grup hakkında genel bilgi almak için http://www.knighterrant.net/ adresine bakabilirsiniz.



“... 90’lar birçok kemik Heavy Metal dinleyicileri için buhran yıllarıydı… Birçok baba grup dağılmıştı, bazıları ise “deneme yapıyoz layn” gibi gerekçelerle sekecek ortam arayışındaydı, etrafta ekstrem tarzlar haricinde, özellikle klasik Heavy Metal (HM) yapan pek genç grup da çıkmaz olmuştu. Bu olay 90 ortalarının sonlarına doğru bozulmaya başladı ve bir şeyler değişmeye başladı. 90 sonlarında, dünyadaki HM’in undergrounddan başlayan yükselişine bir yerli yanıt yükselmeye başladı; Knight Errant. Önceleri etraftaki konserlerde sürekli olarak boy göstermeye başladılar ki sahnesi iyi olan bir grup için demo yayımlamaktan çok daha efektif bir yoldur. Ancak onları esas büyüten şey sahneye sadece çıkmak değil, sahnede genç bir grup için iyi bir performans sergilemek oldu. Ayrıca bünyelerindeki bayan kemancıları Ilgın da büyük ilgi topluyordu. Rock Station Festivali gibi, Amorphis/Anathema/Saxon furyası gibi birçok önemli organizasyonda da yer aldıktan sonra artık dinleyicilerdeki albüm beklentisi tavan yapmıştı. 1999 yılında debut albümleri KE piyasaya çıktı. KE ile genel anlamda oldukça iyi yorumlar aldılar. Gilgamesh, Knight Errant, On The Green ve harikulade balad Winds of Doom gibi bestelerle konserlerle ulaşamadıkları noktalara da ulaşmış oldular. Ancak bu yıllarla birlikte nahoş olaylar da vuku bulmuş olacak ki kadrosal değişimler baş gösterdi. Bunların en magazinsel olanı da sanıyorum gitarist Soner’in KE’dan ayrılması oldu. 2005’te ikinci albümleri “Dîvan” raflarda yerini aldı yada daha doğrusu almaya çalıştı. Zira cidden kötü bir dağıtım sebebiyle büyük bazı müzik marketlerde bile bulmak sorun oluyordu. Albüm sonrasında grubun simge elemanı sayılabilecek Uluer Emre’nin ayrıldı. Ancak geçen yıllarda grup kendini hem de çok daha iyi bir kadroyla yeniden topladı. İşte bu röportaj bu toparlanmanın akabinde, hem bu yeni oluşumu kutlamak, duyurmak  hem de Knight Errant adının hatırlanmasına da bir katkımız olması için, büyük bir keyifle yapıldı ;) Umarım sizler de en az bizim kadar keyif alırsınız.



Hepinize merhabalar. Öncelikle son kadronuz üzerinde durmak istiyorum. Nispeten yakın zaman önce, önemli bir kadro değişim sürecini tamamladınız. Grubun simgesi durumundaki vokalistiniz Emre geri döndü ve Barbaros da halen kadroda… Bu son kadronuza erişim sürecinizden bahsedebilir misiniz?

BARBAROS: Biz sahnedeki durumu sahne dışında da yaşayan ve oradaki paylaşımla beslenen bir müzik grubuyuz. Bu yüzden bir araya geldiğimiz anlarda bir kişinin bile eksikliğinde verimsiz oluyoruz istemeden. İlker ve Hamid ile ayrıldıktan sonra dört başımıza sessiz bir yıl geçirdik. Sonra Emre geldi, bunun sürecini ölçemiyorum şu an, bir gün diledik ve ertesi gün oluverdi gibi geliyor. Emre ile bu süre zarfında zaten müzik dışında her şeyi yapıyorduk, şimdi onu da yapıyoruz. Ben de vokalist-gitarist oldum. Yani olmaya çalışıyorum. Zaten her provada Ali’nin elinden gitarı alıp “bir de şöyle denesek” diyerek bir şeyler çalmaya çalışıyordum. Şimdi kendime ait oyuncağım da var :) . Emre’nin gelişini takip eden aylarda bas gitarist arayışımız hızlandı ve sonunda Deniz’le buluşmamız çok kolay oldu. Sitemizde verdiğimiz “bas gitarist arıyoruz” ilanını görüp bize ulaşan ilk ve tek bas gitaristti. Hemen stüdyoya girdik, 2 saat boyunca birkaç şarkıyı döndük sadece. Stüdyo sonrasında daha Deniz’e “HOŞGELDİN” demeden yüzümüze bir tebessüm konmuştu bile.

ALİ: Lafı geçmişken belirtelim, Deniz ne yazık ki bu röportaja zaman ayırma fırsatı bulamadı. Okuyucular onunla yaptığımız röportajı resmi web sitemizde (www.knighterrant.net)  bulabilirler.


TR’deki birçok grup tek bir iyi vokaliste bile sahip değilken ekibinizde, ikisi de birbirinden yetenekli ve iyi birer ses mevcut. Hem Emre hem de Barbaros gibi iki soliste sahip olmak size nasıl avantajlar sağladı/sağlıyor? Bu iki sesin sağlayacağı avantajları grubun sounduna yansıtmak için ne gibi planlarınız var?

BARBAROS: Oooo Emreciğim bu tarafa gel. Burada rüzgar booolmuş :) Teşekkürler Barış, şımarmaya zaten müsaittik. Avantaj olarak görmedik bu durumu ama bir yandan da çok sesli gruplara hep özendik, konserlerini hayranlıkla izlediğimiz gruplar da var: Queen, U2, Toto ve benzerleri. Bu gruplar bildiğin gibi muhteşem bir kaç sese sahip. Albümde çok iyi bir vokalist kendini muhteşem bir rock opera kadrosu gibi gösterebiliyor. Ancak, konserde iş değişiyor elbette. Geri vokallerin sounda yadsınamaz bir katkısı var. Sanırım bizim durumumuz da bu şekilde ortaya çıkacak. Albümde de şarkıların daha karakteristik olmaması mümkün değil, ama bu dinleyicinin zevkine de bağlı bir şey tabi. İki lead vokalistin bir koltukta oturması da pek alışılmış bir durum değil bu müzik tarzında. Yalnız şöyle bir durum da oluşabiliyor: Ben mesela bazen “ya nasılsa Emre var.” diye öylesine mırıldanırım sözleri ve o anda Emre de aynı şeyi yapar, o an nasıl görünüyoruz acaba? Onu diğerleri bilir :) 


 KE (Knight Errant) ilk ortalıklarda görülmeye başladığı 97-98 arasında sürekli olarak konserlerde yer alan bir gruptu, ki anımsarsınız özellikle Şebek H.M.F.’de yer alan hemen her metal festivali gibi etkinlikte adınıza rastlanırdı ve cidden çok aktiftiniz. Ancak durumun oldukça farklı olduğunu görüyoruz şu an. Bunun sebebi nedir? Çok mu titizsiniz konser teklifleri konusunda yoksa bireysel hayat şartları mı sizi yoğun tutuyor?
EMRE: O dönemde Heavy Metal ülkemizde kitleselleşme anlamında kayda değer çıkışlarından birisini yapıyordu. Şebek HMF, bu müziğe gönül vermiş on binler için çok önemli underground dayanaklardan biri haline gelmişti ve biz de sürecin parçası olarak katkımızı yaptık. Müzik gruplarının yaşam döngüsü belirli süreçlerden geçer: Bir şekilde başlar, underground ortamında ak - kara belli olur, sonraki aşamada profesyonellik gelir. KE ve muadili gruplar bu son aşamada büyük sıkıntılar yaşadılar, yaşıyorlar; çünkü Türkiyeli heavy metal grupları için kurumsallaşmış bir profesyonel düzlem mevcut değil. Konserler konusundaki titizliğimiz sound odaklı, kedi olsak ciğerci dükkanı açmıştık çoktan. Ilgın haricindekiler hayatlarımızı ne yazık ki müzik dışı alanlarda kazanmak zorundayız.
Bu sorum grubun eski elemanlarına; 99 yılında debut albümünüz çıktığında, albümün yakaladığı başarı (ki o seneki deprem felaketine ve onun yarattığı şanssızlığa, o seneki fantastik satanizm muhabbetlerine rağmen hem de…) sizin için sürpriz olmuş muydu?

MURAT: Bizim dışımızda herkes için sürpriz olmuş olabilir ama bizim çıta hep çok yükseklerde ve elimizden geldiğince ona ulaşmaya çalıştık. Ama satanizm olaylarına değinmek isterim yeri gelmişken. Adli bir üzücü olayın bu kadar saçma sapan bir hale dönüşmesini biz de şaşkınlıkla izledik. İlk başlarda çeşitli yollarla biz de tepkilerimizi dile getirdik ancak zamanla ortalığın bir sirke dönüşmesi ile kendi işimize bakmanın en doğrusu olduğunu düşündük. Gerçekten sinir bozucu idi. Ama Emre’nin bahsettiği o coşkulu havayı dağıtma konusunda bu olaylar bile pek başarılı olamadı. Yani bir tarafta saçma sapan olaylar olurken diğer tarafta da biz dostlarımızla çok keyifli organizasyonlarda (konser, radyo, TV., vs.)  buluşuyorduk. Senin de demek istediğin gibi kervan gayet güzel yürüyordu bir yandan. Deprem olayına hiç girmiyorum çünkü o hepimizi büyük üzüntülere sürükledi. Tekrar sevgiyle saygıyla anıyorum hayatını kaybedenleri, geçenlerde 10.yıldönümüydü. Keşke olmasaydı da şu ana dek hiç albüm çıkaramamış bir grup olsaydık.


İlk KE albümünü, beklediğim ve sevdiğim bir albüm olmasına ve yapımcılığını Tarkan Gözübüyük yapmış olmasına rağmen (gerçi onun da ilk yapımcılık deneyimiydi) sound açısından, halen sevmiyorum. O zaman dilimi için daha iyisini ortaya koyabilmek adına yapabileceğiniz bir şeyler yok muydu?

EMRE:  İlk albümü kendi bağlamı içerisinde görmek lazım kanımca. Yapım şirketleri karşısında referansımız demo kaydı değil konser performansımız oluyordu. Konseri görmüşlerse bu büyük bir artı, görmemiş de duymuşlarsa daha büyük artı: abartabiliyorsunuz :) Dünyayı tersine döndürmek isteyen bulaşıcı bir coşkuyla ortaya çıkmıştı “Knight Errant” albümü. Kimisine kapak afişindeki gayet çocukça bir “Made in Turkey” ifadesini “Maiden Turkey” diye algılatıp alaycı kritikler yazdıracak kadar baş döndürücü üstelik. Hatalı yanları güzelliğini tamamlıyor sadece. Bu çabanın meyvesine nereden bakarsam bakayım tek karşılık bulabiliyorum: Kült. O süreçte karnı burnunda hamile gibiydik; ipekli çarşaflarda doğurmak isterken bir konser sonrası aniden suyumuz geliverdi. 
 
Gelelim “Dîvan” albümünüze… Bu albümün talihsiz bir şekilde, “ıskalanmış” (Heavy Metal fanlarınca) bir yapım olduğunu düşünüyorum. İşin içinden birisi olarak benim bile nispeten geç haberim olmuştu, anımsıyorum da… Promosyon çalışmaları açısından, dağıtım açısından, kitlesine ulaşmaktan çok uzak kalmıştı. Bunun sebeplerini nelere bağlıyorsunuz? Yeni albümünüz de aynı kadere maruz kalmaması için bir strateji oluşturdunuz mu?

MURAT: Kesinlikle aynı fikirdeyim maalesef. 2000’lli yılların başlarından itibaren zayıflamaya başlayan Heavy Metal albümü yapımcılığı (ki bu farklı bambaşka bir kulvar olduğu için ayrıştırmak lazım diğerlerinden) bizim albümümüzü hazırlama noktasına geldiğimiz 2004 yılında neredeyse tamamen yok olmuştu. Biz de albümün kapak görselleri, kayıtları dahil her şeyini kendimiz yapmaya karar verdik. Değişik stüdyolar kullanarak sevgili Cem Ömeroğlu ile birlikte kaydedip, miksleyip, masteringini yaptık. İş albümü basmaya geldiğinde pek fazla seçeneğimiz yoktu. Ve bize gelen teklifleri değerlendirdik. Atlantis Müzik’in yaklaşımını daha iyi bulduk ve sözleşme yaptık. İlk zamanlar bir miktar bir şeyler yapsalar da sonrasında tamamen kayboldular. Biz elimizden geldiğince konser vs. yaptık, Almanya’ya kadar götürdük albümü yine. Ancak Kod Müzik’in zamanında yaptığından çok geride bir tanıtım oldu. Değişen piyasa koşulları da bunu zorladı. Emre’nin zorunlu ayrılığı da piyasayı psikolojik olarak negatif etkiledi diye düşünüyorum. Ama her şeye rağmen grup olarak, Barbaros’un da  “+” katkılarıyla bu albüm için iyi bir iş çıkardığımızı düşünüyorum. Olay tamamen bizi istikrarlı olarak destekleyen bir firmanın olmamasıydı. Yeni albüm için işi bu anlamda şansa bırakmaya hiç niyetimiz yok. Çok daha planlı ve programlı gidiyor her şey.


Dîvan albümünün en dikkat çekici özelliklerinden birisi de çok dilli olması idi. Almanca, Türkçe, İspanyolca ve İngilizce şarkılar vardı. Bu size uluslar arası ortamda bir getiri sağladı mı?

ILGIN: Mutlaka etkisi olduğunu düşünüyorum özellikle Almanya konserlerinde bu etkiyi gözlerimizle görme şansını elde ettik. Yalnız bunun dışında çok net olarak anladığım bir şey var ki müzik başlı başına bir dil çünkü Amerika’dan olsun diğer Avrupa ülkelerinden olsun Türkçe parçalarımıza çok güzel yorumlar geliyor, sanırım iyi iş her yerde iyi iş.

Yeni albümünüzde de böyle bir yapılanma söz konusu olacak mı? Özellikle de Türkçe şarkıların devamı gelecek mi?

ALİ: Yeni albümde de benzer bir yapılanma söz konusu, şimdilik İngilizce ve Türkçe parçalar var, başka dilde bir şeyler eklenir mi belli olmaz. Özellikle Türkçe parçaları devam ettirelim diye stratejik bir çabamız olmadı, parçalar hazırlanırken sözler bir şekilde İngilizce, Türkçe veya başka bir dilde çıkıveriyor, biz de beğenirsek o şekilde çalıyoruz.

Sonsuz bir bütçeniz olabilseydi, yeni albümünüzü hangi stüdyoda hangi yapımcı desteğiyle kaydetmek isterdiniz?

MURAT: Sanırım Brian Eno, Kevin Shirley, Martin Birch, Alan Parsons, ve Tarkan Gözübüyük ile aynı anda çalışarak büyük bir şımarıklığa imza atabilirdik. Zaten yerin neresi olduğunun pek de önemi yok bu isimlerle. Bunların içinde olduğu bir projeyi de Virgin’le filan hayata geçiririsiniz en kötü :D


Dîvan’daki en popüler şarkı, sanıyorum “Düş Ağrısı” idi. İlk albümdeki muhteşem şarkı “Winds of Doom” geleneğinin “Divan”daki temsilcisi gibi… “Düş Ağrısı”nın hikayesi nedir?

ALİ: “Düş Ağrısı”, “Divan” albümüne son giren şarkılardan bir tanesi. “Winds Of Doom” geleneği gibi bir fikirle yola çıkmadık. Sadece “Şarkılar hazır gibi, albüme bir tane de yavaş şarkı ekleyelim.” diye düşündük, elimizdeki malzemeleri kurcaladık, biraz da kayıtta doğaçlama ekledik ve “Düş Ağrısı” ortaya çıktı.

“Dîvan” albümü sonrasında kendinizi hangi noktada buldunuz?

MURAT: Divan albümü çıktığında çok heyecanlıydık ve çok önemli bir albüm yaptığımızı biliyorduk. Çok güveniyorduk şarkılara. Bana göre bu albüm 2000 yılında kaydolup yayınlansaydı, yer yerinden oynardı. Çıktığı zaman öyle olmadı çünkü çok ara vermiştik. Her şey ilk albüm dönemine göre farklıydı. 1999 ‘da ciğerlerimiz patlayıncaya kadar soluduğumuz o samimi havadan eser yoktu ortalıkta. O nedenle bu albümün var olan özel dinleyici dostlarımızı daha da özelleştirdiğini düşünüyorum. Bu albüm sonrası daha da özel bir bağ kurduk diyebilirim. Bunu son İTÜ sahnesinden çok net bir biçimde gördük.Bana göre biz en iyi çalan olmasak da en iyi şarkıları, sahneleri yapmasak da dünyanın hep en iyi grubu olduk, hala da öyleyiz.



Almanya’daki meşhur Wacken ve Headbangers festivallerinde boy gösterdiniz ve hem gayet iyi bir sıralama ile, hem de gayet büyük sahnelerde oldu bu olay. Wacken ve Headbangers’da yer almanın size yurtiçi ve yurtdışından dönüşü/getirisi nasıl ve neler oldu? O konserlerde nelere şahit oldunuz ve ne gibi izlenimlerle döndünüz?

MURAT: Tabii ki getirisi çok büyük bir gurur ve mutluluk oldu.Büyük bir tecrübe edindik. Bunları defalarca anlattık gerçi ama çok eğlendik. Bizim için asıl önemli olan, ilk kez bir Türk grubunun devasa bir organizasyonda start düğmesine basışı oldu. Bu aslında Türk gruplarına oradan bakış açısını da önemli bir biçimde etkiledi. Demiyorum ki bugün Avrupa’ya gidenler bizim sayemizde gitti. Hepsi kendi emekleridir %100 olarak… Biz sadece karşı tarafta olmaması gereken bir ön yargıyı kırdığımızı düşünüyoruz. Bu işin Wacken kısmı. Headbangers’da ise kült bir festivalin nasıl saat gibi aktığını gördük. Wacken’da yaptığımız işin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kendimiz görüp anladık. Yani önemli bir saygı gördük. Wacken’ı anlatmaya gerek yok malum, ama HOA (Headbangers Open Air) çok farklı ve mutlaka görülmesi gereken bir organizasyon. Küçük bir köyün nasıl Heavy Metal kasabasına dönüştüğüne şahit olduk. Her iki organizasyonda da çok pozitif tepkiler aldık. İkisinde de önemli sayıda basın mensubu vardı ve çok olumlu yorumlar okuduk kendimizle ilgili, ki bunların bir bölümünü sitemizde de yayınladık. Tek üzüntümüz Wacken’i izlemeye gelen birçok Türk basın mensubu olmasına karşın HOA’da kimseciklerin olmamasıydı. Bu tip olayların yurt içi getirisi ise biraz daha saygınlık kazanmak oluyor gruplar için. İleride de bu tip organizasyonlarda var olacağız, tüm planlarımız bu yönde.


99 yılında yayımlanan ilk KE albümünün üzerinden tam 10 sene geçti. 10 yıl önce bugününüz hakkında ne gibi düşlere sahiptiniz? Şu an o düşlerin ne kadar yakınında veya uzağındasınız?
EMRE: On sene önce bugünler için, müziğimizi yine aynı keyif ve heyecanla ürettiğimizi; KE’nin, albümleri turne otellerinde hazırlatacak kadar hayatlarımıza ve geçimimize nüfuz ettiğini düşlüyordum; ha, bir de konserde çalarken sahneye birkaç peribacası maketi insin isterdim :) Lambadaki cinim sadece ilk dilek için söz vermiş, peribacası için hâlâ umut var.
Pentagram için yapılan saygı konserinde, alışılmışın dışında olarak, aynı zamanda en sevdiğim Pentagram şarkısı olan “Time” ı icra etmiştiniz. Neden “time” ?

ILGIN: Evet birçok Pentagram şarkısını gözden ve elden geçirdikten ve vokalistimizin de bizimle olamayacağına kanaat getirdikten sonra Time’da karar kıldık. Tabii bunun yanı sıra “Time” albüm içinde çok ayrı da bir şarkı belki de enstrümental şarkılar böyle kavramsal konuların ifadesinde daha etkili olabiliyor tıpkı bizim “Paradise Regained” gibi. Bu şarkıyı alıp ona ufak da olsa bir iki renk katabilmek bizi de onları da çok mutlu etti. Umarım ilerde bizim de şarkılarımızı genç gruplar icra eder biz de görürüz. Bursalı “Jolly Roger”, “On The Green”i liselerarası bir yarışmada çalmışlardı, kaydı izlerken gözlerimiz doldu, onlara da sonsuz sevgilerimizi gönderiyor başarılarının devamını diliyoruz (Not:Bundan benim de haberim yoktu. Jolly Roger’a bir selam da YUXEXES’den gelsin).



Röportaj boyunca KE ile ilgili birçok işten bahsettik. Ancak bu aktivitelerin, başarıların sadece sınırlı bir bölümünü basından takip edebilmek mümkün oldu. Bunun sebeplerinin neler olduğunu düşünüyorsunuz?

MURAT: Ülkemizde genel basın zaten bu tarz müziği yapan gruplar ile çok yakından ilgilenmiyor. Onlarla ilgili haber yaptıklarında bu genelde aşağılamak veya satanizm üzerine oluyor. Ancak bu yargıları kırmaya çalışanlar yok değil. Özellikle 1.albüm sonrası pek çok genel basın organında kendimize yer bulduk, albüm ve konserlerimiz ile ilgili yazılı ve görsel malzeme yarattık. Bunda Kod Müzik’in de önemli katkısı oldu. Ancak örneğin Wacken Open Air’e gidiş sürecimizde “Cumhuriyet Gazetesi” dışında Heavy Metal basını dışında çok yer almadı genel basında. Sonrasında orada olan bazı yazar-çizer arkadaşların yazdıkları izlenimler dışında da pek tantana olmadı. TRT’de program yapan “Seynan Levent” bizi 2 kez “Akşama Doğru” programında ağırladı mesela ilk aklıma gelen bunlar. Sorunun esas cevabı olarak şunu söyleyebilirim, biz işimizi iyi yapmaya odaklanıyoruz. Bunla ilgili gelişmelerin yazılıp yazılmadığı dostlarımızla iletişim adına önemli olsa da onların bir şekilde bizim hakkımızda bilgi aldığını biliyoruz.




İlginç bir şekilde birçok kez Ankaralı sanıldığınıza şahit olmuşluğum var (bilmeyenler için, KE İstanbullu bir grup). Ayrıca Ankara’da ciddi bir fan kitlenizin varlığı da âşikar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

ALİ: Niçin Ankaralı sanıldığımızı ben de bilmiyorum, herhalde birileri öyle sanmıştır, sonra da kulaktan kulağa yayılmıştır. Ankara’daki konserler ve dinleyiciler bizim için her zaman çok özel. Orada İstanbul’da her zaman karşılaşamadığımız güzel bir paylaşım ve hareketlilikle her zaman karşılaşıyoruz. Belki şehir dışı konserlerde daha heyecanlı oluyoruz, bu da izleyiciye yansıyor olabilir. İzleyici açısından, galiba iki şehir arasındaki fark insanlarında da kendini gösteriyor, Ankara izleyicisi, oradaki gündelik yaşamın İstanbul’daki gibi kaotik olmamasından dolayı İstanbul izleyicisi kadar yorgun argın değil ve müzik konusuna daha yoğun zaman ve enerji ayırabiliyor diye düşünüyorum. Diğer bir ihtimal ise, izleyici bizi Ankaralı sandığı için “Bu bizim grubumuz, haydi coşalım” diyor olabilir. :)))

Güzel sohbetiniz için çok teşekkürler. Benim sorularım bu kadar. Sizlerin eklemek istediği notlar, mesajlar veya duyurular varsa, şimdi tam zamanı…

MURAT: Bu son ve gerçek halimizle konserler vermek, albümler çıkarmak için sabırsızlanıyoruz ;) Ayrıca  Hamit ve İlker’e geçtiğimiz dönemdeki katkıları için teşekkür ederiz. Onlar da hep birer KE üyesi olarak kalacak…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar