5/31/2011

Bijen Rahimi Özel Röportajı


 Merhabalar Bijen. Gitardaki Sarmaşığa hoşgeldin. İlk önce seni biraz tanıyalım, bilmeyenlere tanıtalım. Müziğe ve gitara ilk olarak nasıl başladın, nasıl bir eğitim aldın?

Merhaba, öncelikle bu sayı da beni konuk aldığınız için çok teşekkür ediyorum. Aslında gitar çalmayı 10 sene önce ilk aklıma koyduğumda bunun gelecekte neredeyse bütün hayatımı kapsayacağını bilmiyordum. Zaman içerisinde az çok öğreniverdim gitar çalmayı. Müzik üzerine herhangi bir eğitim almadım ancak gün geçtikçe işin teorisini de kendi çapımda öğrenmeye çalıştım hala da çalışıyorum. Sonuçta müzik işi, “tamam oldum ben artık!” denilemeyecek kadar sonsuz...

Şu aralar Tuşe'ye ek olarak, Ogün Sanlısoy ile çalıyorsun. Ogün'le olan birlikteliğin nasıl başladı, bundan biraz bahseder misin?

Ogün abi ile tanışmamız 1,5 sene kadar öncesine dayanıyor. Metin abinin Şebnem Ferah ile de çalması ve çok yoğun olması sebebiyle, ekipte Metin Türkcan varken ritm gitarları alabilecek, yokken de solo gitarları çalabilecek birine ihtiyaç duyulmuş ve değişik çevrelerden de benim ismim kulaklarına fısıldanınca bana ulaşılmış, iyi ki de ulaşılmış! Gerçekten o kadar iyi bir ekipte yer alıyorum ki. O kadar çok şey öğrendim ki onlardan. Bu ülkede ki rock müziğe yön vermiş insanlarla aynı oluşum içerisinde müzik yapmak çok büyük bir onur.
   
Bir albüme sahip olmamana rağmen, hatta Ogün’le çalmaya başlamanın çok öncelerinden beridir, ciddi anlamda tanınıyorsun. İnternet sitelerinde ve Ankara’da sadık bir takipçi kitlen var. Bunu neye borçlusun, bu değirmenin suyu nereden geliyor ;)

5/25/2011

ENSTRUMANTAL ŞAHESERLER

YUXEXES Gitardaki Sarmaşık köşesinin, Kasım 2007 sayısında şöyle bir girizgah yapmışım;

“Bu sayıda bahsetmek istediğim konu, zaman içinde devamını da getirmeyi düşündüğüm bir tema oldu ve enstrümantal albümler hakkında…

Bu tür albümler çeşitli şekillerde ve tarzlarda karşımıza çıkabilir. Burada yer alanlar/alacaklar ise genel anlamda, salt gitar albümü sayılabilecek veya bireysel enstrumanizmin baskın olduğu albümlerden ziyade, genel müzisyenliğin ve grup müziğinin ağır bastığı örnekler olarak yer aldılar. Bu tür bazı albümler, istisnaları olsa bile, genelde ıskalanmış albümlerdir bana göre. Bir A grubunun dünyada B kadar takipçisi olabilir. Ancak bu A grubunun elemanları ile daha da ünlü C grubunun üyelerinden oluşan bir D proje grubunun takipçisi B ile kıyas götürmeyecek kadar az olur genelde. Bazen proje gruplarında ortaya çıkan müzik çok da muazzam sayılmayacak bir şey olabilse bile, kimi zaman da çok başarılı olabilme potansiyelini taşır. Taşır da o potansiyel, kinetiğe dönüşmez pek. İşte bu yazımda (çoğu, hepsi değil) ıskalanan enstrümantal albümler ve bazı önemli gruplara yer vermek istedim. Umarım bu yazı bir vesile olur da, bu müzikler, onları sevecek ve onlara değer verecek insanlara ulaşır. Ayrıca burada zikrettiğim albümler biraz abartılı bir başlık içindeler; “Enstrumantal Şaheserler”.  Ama dikkat çekici bir tema başlığı olduğu kesin…”

Devamı gelemedi aslında :) Ama yine mevzubahis yazı aşağıda, umuyorum ilginizi çeker…

ENSTRUMANTAL ŞAHESERLER

Alex Skolnick Trio - Goodbye to Romance : 2002 yılının en sürpriz albümlerinden birisi, şüphesiz bu albüm idi. Testament ile taş gibi thrash yapan, ardından Savatage ve Stu Hamm ile çalışmalar, turneler yapan bir gitarist birden ortadan yok olmuş, geriye solo çalışma babında bu albümle dönmüştü. Albüm dokuz tane rock klasiğinin cover versiyonlarından oluşuyordu. Elbette bu tür albümlerden dolu vardır diye düşünenler yanıldı zira Alex bu rock şarkılarını, caz triosu ile beraber, naif bir şekilde yorumlamıştı. Kiss’den “Detroit Rock City” notalarını ilk duyduğunuz andan itibaren ortada farklı bir yaklaşımın varlığını hissediyorsunuz. Who’dan “Pinball Wizard”, Scorpions’dan “Still Loving You”, Ozzy Osbourne’dan “Goodbye to Romance”, Kara Sabahattin’den “War Pigs” ve Aerosmith’den “Dream On” gibi eserler çok tatlı bir şekilde yorumlanmış halleriyle arzı endam ediyorlar bu albümde. Bu albümün bana göre en dikkat edilmesi gereken avantajı, rock dinleyen ancak caza bir türlü ısınamamış insanlara, caz müziğin kapılarını aralamak babında zarif bir girizgah olabilme potansiyelidir.  Iron Maiden fanlarına küçük bir not, Alex ikinci A.S.T. albümünde, doğaçlama bölümleri de içeren bir Trooper yorumuna yer verdi. Maiden’ı hiç caz olarak dinlemedim demeyin ;)

5/18/2011

Swirl Finişler Üzerine...

Swirl Finişler Üzerine…

1980’lerin gitar dünyasına yaşattığı en dikkate şâyân özelliklerden bahsederken, son derece dikkat çekici renklere sahip finişlerden bahsetmemek olmaz. Gerçektende 70’lerde daha dar bir yelpaze içinde kalabilen renkler, 80’lerle beraber, elbetteki Eddie Van Halen’ın gitarla alakalı her alana getirdiği büyük ivmeye paralel olarak, tam bir cümbüşe bürünmüştür. Parlak boyalar, simli gibi ışıltılı boyalar, daha önce kullanılmayan pembe, sarı, mavi, turuncu, kırmızı, yeşil tonları, hatta bunların neon ve çeşit çeşit metalik türevleri kendilerine uygulamalar bulmuştur.

Fender’in Bovling Topları

Bu dönemde köklü bir gitar üreticisi olan Fender firması da dönemin değişen yapısına ayak uydurma ve kendine uygun bir zemin bulma çabasındadır. 80’lerin ilk yarısındaki dönemi yakalama harekâtlarından birisi olarak 1984 yılında belirli bir sayıda Stratocaster ve Telecaster New Orleans’lı bir grafik sanatçısı olan Darren Johansen’e emanet edilir ve ortaya oldukça inovatif bir yaklaşım neticesinde ortaya çıkarılmış, hem daha önceki stratlardan, hem de dönemdaşı türevlerinden oldukça farklı görünen, yeni bir seri ortaya çıkar. Bu gitarlar Bovling Topu Stratları (“Bowling Ball Strats” veya “Marbling Strats”) olarak bilinir (Şekil 1). 


 Ticari anlamdaki ilk Swirl Finişlere sahip olan seri de aynı zamanda bu Strat ve Tele’lerdir. Toplamda 300 gitar (250 Strat – 50 Tele) bu yeni finiş uygulamasına sahip olarak pazara çıkar. Renk tasarımları açısından kırmızı/siyah/beyaz, mavi/siyah/sarı, altın/gümüş/beyaz olmak üzere üç tip konsept söz konusudur. Stratlardan 108 tanesi kırmızı/siyah/beyaz, 105 tanesi mavi/siyah/sarı (Şekil 1b), 37 tanesi ise altın/gümüş/beyaz (Şekil 1a) konsepte Telelerin ise 21’i kırmızı/siyah/beyaz, 21 tanesi mavi/siyah/sarı, 8 tanesi ise altın/gümüş/beyaz konsepte sahiptir. 

5/17/2011

Ibanez Jem 77BFP İncelemesi

Jem77BFP


Ibanezin kısa bir süre üretilen, en nadide mücevherlerinden birisi de işte bu jem77bfp’dir. Ecnebilerin “Material Finish” dedikleri yöntemle, kumaş veya kağıt üzerine şeffaf cila uygulanması ile üretilmiş bir gitar bu. Evet doğru yazdım, gitarın deseni bir kağıt parçasından geliyor ki kağıdı az sökülmüş bir örneğin fotoları aşağıda mevcut, ibret ile bakınız. Çıkışı da ilk olarak Jem77FP ile olmuş bir şey jemgillerde. Steve Vai’in evinin perdeleri Steve’in isteği üzerine değerlendirilmiş ve ortaya jem77fp çıkmıştı. Bu da onun biraz daha farklı, “mavi” versiyonu ki ondan sebep bu modelin adı “Jem 77BFP; “Blue Floral Pattern”. Ancak üretim süresi jem77fp’den çok daha kısa olan bir model ne yazık ki, sadece dört yıl (1991 – 1994)…







Neyse gitarın temel özellikleri;

Gövde : Amerikan Ihlamuru
Sap : Tek parça Akçaağaç / Jem sapı (yıldız kesim)
Klavye : Akçaağaç / Mavi Sarmaşık Motifli
Köprü : Lo Pro Edge
Sap Mny : DiMarzio Paf Pro (Mavi)
Orta Mny : DiMarzio Jem Single (Mavi)
Köprü Mny : DiMarzio Paf Pro (Mavi)



Gitar karşıdan bakıldığında, artık eski sayılabilmesine rağmen albenisini çok yitirmeyen bir cihaz olduğunu belli ediyor. Eğer ibanezin o dönem ürettiği gitarlarla bir sorununuz yoksa bunu da seversiniz. Gitar, karşılaştırdığımda ibanez jpm 4’ten az biraz daha ağırcaydı, UV777BK ile denk gibiydi. Ancak yine de başka ağaçtan yapılma gitarlarla kıyasladığımda, neticede güzel bir ıhlamur seçildiğinden hafif olarak nitelendirilebilir…



Gitar, şeffaf bir pena muhafazasına sahip ki bu olayı çok seviyorum. Sadece onu değiştirerek  bile gitarı daha “yeni” gösterebilme imkanı sağlayan bir durum bu :) Benim çaldığım 91 üretimi bir jem 77bfp idi. Elbette ki Fujigen/JP çıkışlı bir model ve o yıllarda, ibanezlerin genelinde olduğu gibi AANJ (All Access Neck Joint) değil, oyuk bir sap/gövde bağlantı noktasına sahip. Bu hem bir avantaj, hem de bir dezavantaj. Tonal olarak avantaj zira daha fazla ağaç varlığı söz konusu ki Steve Vai ve Paul Gilbert gibi bir çok elemanın, kullandıkları bazı gitarlarda hala bunu tercih etmeleri biraz da ton ve ses uzaması avantajlarından. Dezavantajı ise son perdelere ulaşmak istendiğinde ortaya çıkıyor. Gerçi bu gitarın son 4 perdesi oyuk olduğu için (ki eski jemlerin en tipik ortak özelliklerinden birisidir bu) “ulaşım zorluğu” büyük ölçüde bertaraf edilmiş. Ancak yine de AANJ, son perdelerdeki kullanım kolaylığı açısından bir gömlek üstün.



Sap olarak, anımsadığım kadarıyla wizard’lardan az biraz daha kalınca bir sap profili var ve eğer doğru anımsıyorsam güncel Jem’lerden kalınlık olarak filan değil ama profil biçimi olarak biraz farklı gibiydi. Ayrıca ben Jem’lerin sap profillerini, şimdinin wizard II’lerine çok benzetirim, onu da belirteyim.



Inlay’ler gerçekten çok şık ki fotoğraflarda da görüyorsunuzdur. Zarif akçaağaç üzerine maviş maviş salınmış zarifçe. Cidden çok hoş. Ayrıca gövdenin görselini de mükemmelen tamamlayan bir yapısı var ve bu gitarı özellikle sahnede çalıyorsanız fark edilmemeniz zor, bu not da özellikle bay gitaristlere ;)


Neyse, sap boyutları ise aşağıdaki gibi:

Genişlik;
43mm – Üst eşikte
57mm – 24. perdede
Kalınlık;
19mm – İlk Perdede
21mm – 12.Perdede

Daha önce UV77MC yorumumda da belirttiğim üzere Floyd Rose türü köprüler içindeki en iyi köprüler olan, kilitli köprü çapalarına sahip lo-pro edge ile donatılmış olmasının her türlü avantajını yaşamak mümkün bu gitarla. Dalışlar ve kalkışlar sorun değil, akordunuz hala yerinde. Üstelik düşük profilli olduğu için Edge’lerde olduğu gibi elinizin bir yerlere takılması durumu da söz konusu değil.



Gitar bir jem olduğu için, jemlere özgü olan tüm ortak özellikler de mevcut. Örneğin gövdenin üzerindeki el oyuğu, ki yavurcası “Monkey Grip” ve köprüyü daha tiz seslere kadar gerebilmek için daha geniş ve derince açılmış olan, taraklı bir floyd rose köprü açıklığı olan aslan pençesi “Lion’s Claw”…



Peki bu gitar kimlere göre? Rock çalıyorsanız, sizi önden buyur edelim. Ama ön sıralar shred türü şeyleri çalanlara ait olmalı. Bol sololu şeyler sevenler, hard’n heavy çalanlar, füzyoncu takılanlar bu gitarda kendilerinden geçebilirler. Ha, grup adı ver, şarkı adı ver derseniz, Mr.Big – Green Tinted Sixtees Mind-vari bir ton almak, doğru amfi alternatifi ile birlikte, çok zor değil. Bir çok 80’ler hard rock, hair rock şarkısının, ki burada Winger, Loudness, David Lee Roth gibi müziklerden ve 90’lar virtüöz tınılarına ki burada da öncelikli olarak Steve Vai, Joe Satriani, Paul Gilbert, Andy Timmons, Blues Saraceno, Dave Uhrich gibi adamları kast ediyorum, ulaşabilmek mümkün.




5/12/2011

Ibanez RG2570 incelemesi


Bu yazıyı 2007 yılında gitarpedal.net forumları için kaleme almıştım, başta onu belirtmek isterim...

Ibanezin son 4-5 yıldır üretim hattında tuttuğu modellerden birisi de bu RG2570'ler. İlk üretime girdiklerinde;

Gövde: Ihlamur
Köprü: Edge Pro
Sap: 3 parça Wizard / aynalı köpekbalığıdişli inlayler
Manyetikler: Dimarzio IBZ

Özelliklerine sahipken, ertesi yıl yani 2005'te bazı değişiklikler oldu. Sap kafasının rengi, gövde rengi ile uyumluyken bu seneden itibaren kafa rengi siyaha döndürüldü. Sap da 3 parçadan 5 parçaya (akçaağaç/ceviz kombosu) çıkarıldı. Ayrıca liste fiyatı da arttı 2005'te, onu da dip not olarak belirteyim :) Bir ara mavi renkli gövdeye ve sap boyunca pearloid bindingli olanını da çıkarmışlardı.

2007'de ise bunun sarımtrak olanını çıkardılar. Eksikti ya kendileri... 2007'de görülen diğer yenilik ise "hayalet köpekbalığıdişi" şeklindeki inlayler oldu bir de.

Bu sene (2008) ise tüm RG3xxx ve RG2xxx'lerin başına gelen ve güzel bir hadise olan, yepisyeni ZPS3 yay sitemine sahip Edge Zero köprüleri olaya dahil oldu.

Bence tipik prestij RG'leri gibi kaliteli işçiliğe sahip ve oldukça rahat gitarlar. Eski orjinal wizardlara göre daha yuvarlak hatlı bir sap profiline sahipler ki artık bu tür sapları daha çok seviyorum, o sebeple bence hoş bir olay :)

Ses olarak gayet tatminkar gitarlar. Genel ibanezler gibi rock, heavy metal, hard rock, elektrik caz, fusion ve gitarist müziği türü şeyler için son derece ideal bir gitar. Dimarzio IBZ manyetikler de birçok kişi çok memnun olmasa bile, çok abartmayacak veya özelleşmiş bir sound peşinde koşmayanlar için hiç de kaçılacak şeyler değil bana göre. İşlerini çok iyi bir şekilde yapıyorlar.

Görünüm olarak pütürlü olarak tabir edebileceğim bir dokuya sahip. 99'da piyasaya çıkan Jem7DBK'da ilk kez görülen doku gibi. Ama onun doku tanecikleri biraz daha büyüktü. Burada daha ufak pütür taneleri var. Aslında hoş bir yapı ancak üzerinde atılan metalik boya çok zayıf ve gitarın en zayıf yönü bence bu. Üzerindeki finişin zayıflığı.

 Dayanıklılık bakımından cila yetersiz, bu bir. Diğer bir olumsuz nokta elektronik sistemi bence ki bu durum genel anlamda prestij serisi ibanezinin de en eksik yönü. Kötü değiller belki ama o kadar ahım şahım da değiller açıkçası. O kadar para verilen gitarlar, bence, daha iyi elektronik altyapıyı hak ediyorlar. Volüm potunu kullanırken sıkışıp kalan ve milim kıpırdamaz hale gelen bir RG2570'in potunu daha geçen gün değiştirdim, anlamışsınızdır demek istediğimi. Ancak potlar Alpha marka ve kapasitör de en ucuz dandirik seramik olanlardan değil, yani şikayetim sound açısından değil, ziyadesiyle dayanıklılık konusunda…


Şık, verzatil, sesi güzel, işçiliği çok iyi, akort kararlılığı yüksek, hafif, kaliteli ve zarif aletler. Ancak saydığım olumsuz yönler iyi düşünülmeli almadan önce...


5/11/2011

İlk Kez Elektrogitar Alacaklara Rehber

                                                            İLK AŞK, İLK HEYECAN



Bir grubu severek başlar genelde… Önce dinleyicilikle başlar, sonra ise onları sadece görmekten daha fazlasının hayalini kurar insan… İlkin kendini, sevdiği gruptan birlerinin yerinde hayal eder, kalabalıklara hükmettiğini, pena darbeleri ile seyircileri çılgına çevirdiğini vesaire… İşte bu hayaller bazı insanları bir şekilde, bazı enstrümanlara (çalgılara diyelim, daha Türkçe olsun) götürür. Bunların içinden en çok varılan çalgıların başında ise gitar gelir sanıyorum. Gerek rock müziğinin simgesi haline gelmiş olması, gerek kendi başına bile güçlü bir imge olması, gerekse de nispeten ucuz ve çok iyi bir eşlik çalgısı olması gibi sebeplerle çok ciddi bir insan kitlesini, uzun yıllardır kendisine çekmektedir. Ancak bu konuda gerçekleştirmek istediği hayalleri olan herkesin yaşadığı bir an vardır;

Nasıl ve Hangi Gitarla Başlamalı ?

5/04/2011

Fatih Yılmaz Özel Röportajı



Merhabalar Fatih. Sound Dergisi "Gitarizm" Köşesine hoşgeldin. Öncelikle seni Türkiye'den çıkıp pazarda yerini kazanmaya çalışan ilk  elektrik gitar manyetiklerini ürettiğin için kutlayayım.

Sağ ol üstad teşekkür ederim. Başka çalışmalarımız ve projelerimiz de var, ümit ediyorum onlar da başarılı bir şekilde ülkemizdeki gitaristlerin hizmetine sunulacak.

Bu manyetik yapımı sürecin hakkında konuşarak başlayalım; bu merakın nasıl başladı, nasıl ilerledi, gelişti ve bugüne ulaştı?

Tünelde tanıştığım bir lüthiye arkadaşım Sadettin AKAY bana manyetik yapımı ile alakalı bir fikri olduğundan bahsetmişti ve yıllar önce yaptığı Stratocaster köprü manyetiğini denetmişti. Bu bahsettiğim ya 95 yada 96 yılındaydı. Neyse gel zaman git zaman enstruman yapımı hayatımda şekillenmeye, yerini bulmaya daha doğrusu hayatımı şekillendirmeye başladı. Genel olarak yapımcılar sadece ağaç ve tasarım ile haşır neşir olur, ama sadece işin tüm detaylarına hakim olmak sizi ve mesleği ileri taşır. İşin korkutucu tarafı şu; gözle görülmeyen sonuçlara sahip bir iş yapmanız ve yaptığınız en minik nüansın, hizmet edeceği insanın hayatındaki etkileridir. Günümüzde fark edemediğimiz detaylar silsilesi şöyle başlıyor; seri üretim sazlarına o kadar alışmışız ki tek tip üretim modeli ile karşımıza çıkan şeyleri kabul ediyoruz. Bunun yerine üretim prosesinin tamamen bütüne hakim bir elden çıktığı aletlere sahip olduğumuzda kendimizi daha iyi hissediyoruz. Başlangıç noktası bu saydıklarımdır, aslında bir nevi isyandır :) hoşumuza gitmeyene dur diyebilmektir.

Bugüne ulaşması ise yaptığım enstrumanlara kendi manyetiklerimi takmam istememle sonuçlandı. yaptığınız Enstrumanı spektrum analiz ile ölçer, üzerine ne takıldığında iyi sonuç verir bunu ölçmek kolaydır ama detay artık iyi değil enstrumanı daha iyiye ulaştırıp yada sahibinin istediği özelliklere ulaştırıp- daha iyi performansla icracının güvende olmasını sağlamaktır. Bunu başardığımız anda sadece kendi yaptığımız değil hazır enstrumanların üzerinde de etki sahibi oluruz. Cümleler uzun idare edin :)

İş tamamen yapımcının elinden çıkmalıdır, el yapımı bir enstruman nerdeyse; form-konstruksüyon-gelenek üçgeninin üzerinde ilerliyor, bunun üzerine “inovasyon-inspirasyon-entonasyon” üçgenini yerleştirebilmeli ki o zaman ortaya "yeni ve olumlu" bir şey çıkabilsin. İşte atölyemde oluşturduğum yol ve yöntem budur kısaca.

Manyetik tasarım ve sarım süreçlerinde herhangi bir yardım aldın mı?

Marillion - Misplaced Childhood

Marillion – Misplaced Childhood




Bir "şaheser" nasıl anlatılır? İnsanın bir şeyi ifade etmesi söz konusu olduğunda en zorlandığı şeyler, sıklıkla şaheser olarak ifade edilebilecek olanlardır. İngiliz "Marillion"'un da 3. Albümleri "Misplaced Childhood" tam böyle bir albüm.

Ticari başarı babında en yüksek noktaya geldikleri bu albümde de, daha önceki albümlerindeki tema hem şarkı sözleri konsepti olarak, hem de kapak tasarımı açısından sürdürmektedir. Ancak bir farkla; artık daha önceki kapaklarda da görülebilen, süregelmiş iç huzursuzluk, sıkıntılar bu albümle son bulmuştur. Daha önceki kapaklarda, tıpkı pek çok progresif grubun kapaklarında da fark edilebileceği gibi, yoğun bir sembolik anlatım, ana temayı destekleyecek şekilde yer alıyordu. Ancak bu kapakta sorunları sembolize eden bukalemunun artık hapsedildiğini, kafesin anahtarının da saksağan (magpie) tarafından taşındığını ve de bir çocuğu görebilmek mümkün ki bu çocuk da kahramanın (Fish'in belkide/Alegori hesabı?) çocukluğunu sembolize etmektedir.

İlk şarkı “Pseudo Silk Kimono” klasik neo-preogresif bir klavye girişi ile tatlı tatlı nağmeler yayar, ayrıca daha önceki albümlerden daha dengeli ve daha kaliteli bir sound söz konusudur bu albümde. Bu nedenden dolayı "Script For a Jester's Tear" albümünün girişindeki "sesi aç, hop birden fazla yükseldi, kıs" durumu yoktur (ki bunu yaşarım). "Huddled in the safety of a pseudo silk kimono Wearing bracelets of smoke, naked of understanding.." sözleri dudaklardan çıkması, bizi sonraki şarkı olan ve tam bir Marillion klasiği olan "Kayleigh"'e bağlar.

"Kayleigh" değil prog rock, müzik tarihinin en güzel bestelerinden/sözlerinden birisine sahiptir. Fish şarkının adının çıkışı ile ilgili olarak, bu adın "Kay" ismindeki bir kız arkadaşı etrafında döndüğünü ancak bu fikri gruba sunduğunda beğendiklerini ancak fazla kişisel/özel bulduklarını söyler. O da kızın 2. adı "Lee"'i, kızın babasının telaffuz ettiği haliyle "Leigh" olarak ekler ve şarkı adında "Kay Lee" => "Kayleigh" dönüşümü yaşanır. "Do you remember.." diye devam eden sözleri, kişisel olarak dinlediklerim arasında hala en anlamlılarındandır. Bu şarkının sonundaki piyano melodileri ile "Lavender"'a giriş yapılır. Bu şarkıyı tek bir kelime ile özetlemem gerekirse; "tatlı" derim. Melodisi, yapısı, sözleri ile bu sözcüğü hak ediyor.

4.şarkı olarak görünen eser "Bitter Suite"dır ve " Brief Encounter", "Lost Weekend","Blue Angel ","Misplaced Rendezvous","Windswept Thumb" olmak üzere 5 bölümden oluşur. Bu beş bölümün de geçişleri, melodi ve duygu yoğunlukları cidden muhteşemdir. Vokal duygusu olarak Fish'in "Misplaced Rendezvous"da yaptığı şeye bir emsal zor bulunabilir. Sakın dinlemeden ölmeyin;) Özellikle “The parallel of you... you” daki vurguya dikkat!



Bu şarkı da diğer bir çoğunda olduğu gibi, bir bütün oluştururcasına diğerine bağlıdır ve "Heart of Lothian" ‘a yol vermiş olur ki bu şarkı da "Wide Boy", "Curtain Call" adlı 2 bölümden oluşur. Şarkının 2.bölümü "Curtain Call" ‘un son mısrasında "And the man in the mirror has sad eyes" sözleri duyulur ve albümün ilk yarısı biter.

Aslında "Wide Boy"'u beste açısından biraz konsept dışı bulurdum eskiden. Artık onun zaten konsepte uyması için o şekilde bestelendiğine inanıyorum çünkü grubun anlatmak istediklerini tam da olması gerektiği gibi dinleyiciye ulaştırıyor.

2.yarıdaki ilk şarkımız "Waterhole (Expresso Bongo)", öncekilerden daha farklı yapısı ile  daha ilk saniyelerden kendisini belli ediyor. Ayrıca sözlerdeki temalarda da değişim görülmektedir. "Lords of the Backstage" temayı bir önceki şarkıdakinden alır ve bir sonraki aşamaya taşır. Zaman içindeki yapılmış yüzleşmeler sonucunda ortaya çıkmış ve eski sevgiliye söylenen/eski sevgili için düşünülen şeyleri barındırır. Bu şarkıdan "Blind Curve"'ün ilk bölümü "Vocal Under A Bloodlight"'e olan geçiş ise hayatımda dinlediğim en harika/en doğal/en etkileyici iki geçişten birisidir (diğeri Dream Theater/ "dance of eternity"den "one last time"'a geçiş). Atmosfer ani olarak çok duygusallaşır. Rothery gitarda devleşir bence tam bu geçiş noktasında. Sözler ise çok ama çok etkileyicidir. Artık o kişi ile (eski veya güncel sevgiliniz, eşiniz vs.) birlikte olamayacağınız gerçeği ile yüzleşmenin sözleridir;

Last night you said I was cold, untouchable
A lonely piece of action from another town
I just want to be free, I'm happy to be lonely
Can't you stay away?
Just leave me alone with my thoughts
Just a runaway, just a runaway
I'm saving myself


"Passing Strangers","Mylo" hikayeyi devam ettirir ve albümün tepe noktalarından biri olan "Perimeter Walk" başlar. Girişi, melodi işlenişi ve atmosferi oldukça karanlıktır. Tam bir iç hesaplaşma müziği olduğu da söylenebilir. Çocukluğuna ulaşmanın çabasını barındırır ve "Threshold " adlı bölümde de artık çocukluğuna kavuşur kahramanınız. Ayrıca bu bölüm etkileyici savaş karşıtı sözleri ihtiva eder ki zaten Derek Dick gerçek adlı Fish hem Marillion da, hem de kendi solo albümlerinde savaş karşıtı tutumuna sürekli olarak devam etmiştir.


Artık kahramanımız çocukluğuna kavuşmanın sevinci, mutluluğu ve erdemi içindedir. Bu hissi ise "Childhood's End?" adlı şarkıdan net bir şekilde hissedebilmek mümkündür. Şarkıyı tek kelime ile tasvir edecek olursam, seçeceğim kelime "neşeli" olacaktır, yada "canlı". Hüzün de barındırır bu duygular ama nihayetinde artık hayatı normale dönmüştür kahramanımız. “Neşeli bir hüzün” olarak da tarif edilebilir belki. Tüm acıların,sıkıntıların ardından ulaşılan mutluluk halinin ferahlığı sarmalar insanın çevresini. Özellikle klavyeler harika bir atmosfer yaratır burada.

"Do you realise that you give it on back to her?
But that would only be retraced in all the problems that you ever knew
So untrue
For she's got to carry on with her life
And you've got to carry on with yours"

"White Feather" ile de Dünyaya tekrar döner kahramanımız ve

"I will wear your white feather
I will carry your white flag
I will swear I have no nation
But I'm proud to own my heart
I will wear your white feather
I will carry your white flag
I will swear I have no nation
But I'm proud to own my heart
My heart, this is my heart"

nidaları ve barış mesajları ile bitirirler albümü.

80lerin hem bana, hem de bu müzikte gerçekten "uzman" olarak kabul gören "otoritelere" göre en iyi progresif rock albümü olan "Misplaced Childhood"'u, eğer prog.müzik seviyorsanız dinlememek/yoksa edinmemek için tek özrünüz sağır olmanız olmalı:)



Marillion – Misplaced Childhood 1985 Kadrosu
Vokaller: Fish (Derek Dick)
Gitarlar: Steve Rothery
Bas Gitar: Pete Trewavas
Davullar: Ian Mosley
Tuşlu çalgılar ve piyano: Mark Kelly


Barış ŞAHİN

Tarafımdan yazılmış olan bu yazı 2008 yılında YUXEXES Dergisinde yer alan Gitardaki Sarmaşık adlı köşede yayımlanmıştır. İzin alınmaksızın ve/veya "TAM" kaynak gösterilmeksizin alıntılanması, kopyalanması durumunda derginin yayımcı şirketi gerekli her türlü yasal yaptırımlara başvurmaya yetkilidir.

Tarihin Gitarla Aktığı Anlar

Aslında bu tür “en iyi gitar albümleri” gibi başlıklar oldukça yüzeyseldirler ve yapıları, yani geniş ölçekteki genellemeler ihtivâ ettiklerinden ciddi ikilemler de barındırabilen, çok iddialı başlıklardır. Ancak içerikte, mümkün mertebe “daha doğru” veya “daha gerçek” sıfatlarına yaklaştırabilmek adına bazı daraltmalar yaptım, sınıflandırmaya girecek albümleri belirlerken nispeten net kıstaslar oluşturdum. Her şeyden önce değerlendirmeye aldığım albümlerin hepsi rock tabanlı albümlerden oluşmakta. Bu bağlamda hayranı olduğum Mike Stern, Django Reinhardt, Scott Henderson, SRV, Warren Haynes, Al Di Meola, Duane Allman, Eric Clapton gibi isimleri pas geçtim. Diğer bir kıstasım zamanla alakalıydı. Listemi oluştururken 1980 sonrası albümleri temel aldım. Buna müteakip Jeff Beck, Jimmy Page, John MacLauplin, Jimi Hendrix, gibi “efsane” isimleri de pas geçmek durumunda kaldım, yoksa listeyi on tane değil 100 tane ile bile yapsak hâlâ eksik birçok çalışma kalacaktı... Ayrıca “solo gitar” esası da dikkate aldığım temel ölçütlerdendi. Bu sınırlar dâhilindeki albümlerde ise kişisel beğenilerim, kitlelere olan etki, gitara ve gitar müziğine getirdiği inovasyon gibi ölçütler göz önünde tuttuğum değerler oldu. Özellikle, bu tür gitar esaslı işlere girmek isteyenlere, gitar çalıp da vizyonunu geliştirmek isteyen genç arkadaşlara faydalı olabileceğini düşünüyorum….


Tarihin Gitarla Aktığı Anlar




Steve VaiPassion&Warfare : Yıl 1990. 80 sonlarında güçlü bir şekilde kendini gösteren, teknik üstünlük sahibi hızlı gitarist akımının nispeten sonları… Tam bu ortama ve zamana bir bomba düşer. Daha önceleri Zappa, David Lee Roth gibi isimlerle çalışmış ve bir de solo albüm (Flex-Able - 1984) sahibi Steve Vai, Whitesnake ile “Slip of the Tongue” turnesindeyken geniş ölçekte de tanıtma imkanı bulduğu albümünü patlatır: Sonuç; O andan bugüne kadar tüm dünyadan sayısız gitaristin çaldığı/çalmak istediği/çalmayı düşlediği ölümsüz ve zamanı için oldukça orijinal bir gitar büyücülüğü içeren, 7 telli katı gövde elektrik gitarların gerçek anlamda ilk kez kullanıldığı ve rock müziği literatürüne sokulduğu, aralarında “For The Love of God, Answers, Liberty, Blue Powder” gibi 14 klasik barındıran, mükemmel bir eser… Albüm enstrumantal olmasına rağmen, hemde 90’larda, billboard listelerinde 18. sıraya bile çıkar. 1990 yılında en iyi enstrumantal rock dalında Grammy adayı olmasına değil, ödülü kaptırmasına şaşmak lazım ;) Mutlak bir klasik. Eğer sınırlı sayıda orijinal CD alabilme imkanınız varsa, 2.el bile olsa P&W ‘i arşivinize katmak konusunda tereddütünüz olmasın ;)

Popüler Yayınlar