STEVE MORSE ÖZEL RÖPORTAJI (II.BÖLÜM)
Bu röportaj Sound Dergisi Şubat 2011 Sayısı Gitarizm Köşesinde yayımlanmıştır. İzin alınmaksızın ve/veya "TAM" kaynak gösterilmeksizin alıntılanması, kopyalanması durumunda derginin yayımcı şirketi gerekli her türlü yasal yaptırımlara başvurmaya yetkilidir.
Eskiden Marshall Silver Jubilee, Peavey 5150 gibi bir çok amfi kullanıyorken
artık ENGL ile anlaşman var; Steve Morse Signature 100 E-656 modeli artık
piyasada. Bu amfinin ne gibi spesifik özellikleri var?
(Gülüyor)Teknik olarak pek
bilmiyorum. Ancak amfim 3 kanallı ve çok farklı çıkışları ve kontrolleri var.
Öncelikle ilk kanal temiz kanal ki soundu muhteşem. Boost switchi sayesinde
sahnede eski Gibson amfileri gibi hafifçe distorte etmek mümkün olabiliyor.
Ancak esas sevdiğim şey, temiz kanalı olabildiğince temiz tutmak. Steve Morse
Band ile çalarken sesi girişte 5’e çekip akustiğimi doğrudan oraya girdiğimde
çok tatlı ve temiz bir ton alabiliyorum. 2.kanala klasik ENGL kanalı diyorum. Her
yola gelen bir kanal. Sesi 6’ya getirip, herhangi bir gitarı girdiğimde harika
bir sound veriyor. 3.kanalda ise dolu dolu headroom ve bolca mid var. Normalde
tek bir mid kontrolü yer alırken bu kanalda tam dört tane mid kontrolü var. Tiz-mid
ve bas-midleri istediğimce arttırıp, azaltabiliyorum. Ayrıca her kanal için
ayrı volüm ayarı da var ki bu da çok kullanışlı. İki ayrı FX Loop var. Çok
teknik detay veremem ama gerçekten harika bir amfi.
Okuduğum röportajlarına göre kayıtlarda sinyali A/B ayırıcıya gönderip,
o çıkışların her birini farklı amfilere gönderip sound farklılığı yaratıyorsun.
Hala bu yöntemle mi yapıyorsun gitar kayıtlarını?
Evet, hala öyle yapıyorum. Bu
prosesi seviyorum. Belki herkes fark etmiyor ama değişiklikler yapmayı
seviyorum. Kayıtlara başladığımda her bir şarkının bambaşka bir soundu oluyor,
farklı mikrofonlar, kabinler filan kullanıyorum ki albüm içinde bir bütünlük
olması da lazım bir yandan. Ancak ilk
aşamada ritim bölümleri ve bazı ana bölümler kafamdakine uyduğunda devam
ediyorum, sonrasında farklı bölümleri vurgulamak için neleri vurgulamaya
ihtiyacım olduğunu düşünürüm. Tıpkı yaptığı çizime bakıp, sonra renkleri
serpiştiren bir ressam gibi. İzlediğim yol kabaca böyle. Daha zayıf bir sound
istersem sisteme doğrudan, işte bir lambalı preamfiyle girerim veya daha
hacimli bir sounda ihtiyacım varsa çok farklı mikrofonlar kullanırım, geniş
diyaframlı kondenser mikrofonlar büyük soundlar için çok iyidir. A/B sinyal
bölücüleri bir amfiden diğerine veya bir amfiden, doğrudan miksere gidecek
şekilde böldüğünden bir miktar gürültü (hum) yapıyor aslında. Ayrıca Amplitude,
Native Ins. Guitar Rig gibi programlarla da, tıpkı Cubase’de yaptığım gibi
denemeler yapıyorum. Doğrudan bilgisayara kayıt yapmak, A/B bölücü, sisteme
doğrudan giriş veya amfi kullanmaktan çok ayrı bir şey. Bir gün, bir şekilde bu
programların işe yaradığına ikna olacağım. Aslında sinyal gecikmesi (latency)
sıfır olsaydı muhtemelen bu programları çok daha sık kullanıyor olurdum. Benim
için asla bir amfinin mutlak alternatifi olmaz ama gerçekten ve gerçekten
faydalı şeyler bunlar.
Gitar kaydı yaparken sıklıkla kullandığın bazı numaralar var mı? Eğer
varsa bazı ipuçlarını paylaşır mısın?
Pekala. İlki, çift olarak
kaydedeceğiniz bir bölüm varsa, bilirsiniz epey zaman alır, eğer karmaşık da
bir bölümse hepsini çalmayın. Küçük bir bölüm çalın ve hemen başka bir şarkıya
geçin. Aynı şey üzerine çok kilitlenmeyin. Sebebine gelince, son yaptığınız
kaydı iyi hatırlasanız bile bazı şeylerin olabilmesidir, yani bazen güzel bir
şey kaydederim ve bunu tekrarlayacakken telefon çalar filan ve geri döndüğümde
önceki kayıt içindeki tüm o susları, uzun ve kısa notaları tek tek baştan
öğrenmek zorunda kalırım. İşte o anlarda bir bölümünü çiftler, başka bir
şarkıya geçerim.
Başka bir konu ise akordunuzu
sürekli olarak kontrol etmenizdir. Birçok kişi bunu yapmaz. Kaydın hemen
öncesinde akord etmek ve tüm işlemler sırasında akord cihazını sürekli olarak
görülebilecek bir yerde tutmak iyidir.
Ayrıca sounddaki çeşitlilik de
önemlidir, çeşitlilik yaratmak... Kaydın tümünde aynı soundu kullanmayın. Bazı
şeyleri mono olarak bırakıp, bazılarını stereo olarak sağ ve sola yaslayarak
çeşitlilikler elde etmeyi önerebilirim.
Başka, başka, başka nelerden
bahsedebilirim? Hmm (Steve burada uzun
uzun düşünüyor)… A, evet, bir şey daha; solo kayıtları hakkında… Bir soloyu
kaydetmeden önce ısınırım ve kayda başlar, sekiz ayrı kayıt yaparım. Sonra ana
kaydı ve sololardan birisini açık tutup diğerlerini kapatarak sonuca bakarım.
Eğer iyi gelirse track olarak bilgisayarda yukarıya yakın yerlere taşırım,
değilse en alt sıraya koyarım. Sekiz ayrı kayıt da bittikten sonra hala tatmin
olmamışsam en alttakini siler ve yeni bir kayıt daha yaparak bu işlemi
sürdürürüm. Belli bir tepe noktasına ulaştığıma inandığımda kayıt yapmayı
bırakır, dışarı çıkar, birşeyler içer veya birkaç dakika orada burada
takıldıktan sonra geri döner kayıtları dinlerim. Denemeler arasında hangisinin,
özel, hangisinin sihirli, hangisinde güzel bir aksan olduğunu bulmaya çalışır,
onun üzerine çalışmaya devam ederim. Bazen bazı şeylerde sorun olabilir,
olduğunda da o kaydın bulunduğu bölümü aşağı alır, o bölümleri düzeltirim. Bu
eski usul bir yöntem aslında, teyp kayıtları gibi. Ama artık bu işler çok daha
kolay. Aşağı alıyorsun solo denemeni, çok çabuk bir şekilde halledebiliyorsun
veya çok sayıda deneme yapıp, anında şarkı içinde nasıl olduğunu
görebiliyorsun.
Fractal Audio Systems Axe-Fx Ultra Pre-amp Effect Processor gibi yeni
dönem gitar prosesör ve amfi modelleyicileri hakkında düşüncen nedir? Bilirsin,
bir zamanlar sadece Line 6 POD vardı ve şimdi ise bu sistem birçok kişi
tarafından yeni bir dönemin başlangıcı olarak gösteriliyor.
Bu modeli tanımıyorum ama genel
olarak son dönem teknolojik gelişimler konusunda bir şeyler söyleyebilirim.
Guitar Rig gibi sistemler, tekrarlamam gerekirse gerçekten çok kullanışlı ve
gerçekçi. Ancak bir amfi kadar da kolay kullanımlı değil. Sadece birkaç
milisaniyelik bile olsa yaşattıkları gecikmeden dolayı hala biraz sorunum var. Eğer
gecikme sıkıntısı yaşatmayacak gerçekçi masif gitar prosesörleri çıkarsa o
zaman gitar ekipmanlarında yeni bir çağa geçebiliriz. Ben olabileceğine
inanıyorum. Erken dönem dijital kayıt aletleri pek iyi sayılmazdı ve benim gibi
insanların düşünceleri çok yavaş değişir. Ancak geldiğimiz noktada Cubase gibi
bilgisayara kayıt sistemleri kullanmak, teyplere kayıt yapmaktan çok daha
kolay. Gerçek bir amfiyi bu tür şeylere değişecek bir adam değilim. Onların
lambaların soundu, tepkisi modelleme sistemlerinden çok farklı. Ayrıca tıpkı
senfonik yazılımlarda olduğu gibi, ki onlar da çok gerçekçi olsalar bile yaylı simülasyonları
gibi hala bazı dinamik açıkları buluyorlar, amfi modelleyicilerde de belki de hiç
yakalanamayacak lambalı amfilerin bazı kendilerine özgü dinamikleri var.
Mid frekanslar ve onların sahnede kullanımı hakkında neler
söyleyebilirsin? Amfi tasarımın, amfi kanal ayarların, gitar ve manyetik
seçimlerinden mid frekanslarla çok oynadığını düşünüyorum. Özellikle Deep
Purple’dayken…
Güzel soru. Deep Purple’dayken,
org yüzünden gitar soundunda kolayca çamurlaşma olabiliyor. Kullandığım
amfilerle yaşadığım bir sorundu bu. Bu yüzden ENGL Amfimin daha net ve miskten
sıyrılan bir yapısı var. Hi-Midler rahatsız edici değil, oldukça tatlı soundlu.
Steve Morse Band (SMB) ile çalarken ise oldukça farklı elbette. Grubumla,
nihayetinde üç kişilik bir grup olduğundan, midlerle kolayca başa çıkabiliyorum.
Ancak ENGL amfimi, SMB ile çalarken kullanmayı da çok seviyorum. Temiz
kanalımda ve ikinci kanalımda muhteşem tizler sayesinde, ben istemedikçe
kırılmayan, kristal berraklığında ses elde edebiliyorum onunla. Üçüncü kanalda
ise sololarda filan kocaman midler elde edebiliyorum. Sadece midler de değil,
sıyrılmak için ne tür mid istiyorsam o. Gerçekten işe yarıyor.
Peki sana ilk gitarını sorsam? İlk gitarını edinme ve çalmaya meyletme
hikayenden de biraz bahsedebilir misin?
(Gülüyor)İlk gitarımı büyükannem
hediye etmişti bana. Yol kenarında mı ne bulmuş. İlk geldiğinde tam anlamıyla
hurdalıktı. Sap tarafında kırığı vardı, sapı dönmüştü ve sap çeliği (truss rod)
yoktu, belki üç dolar ancak ederdi (gülüyor). Gitar dersleri almaya ise bir
grupla birlikte başlamıştım. İlk gün gitar hocası herkesin gitarını akord edip,
gitarına bakıyordu. Sıra bana geldiğinde ise “Bunu çalamazsın” (Not:Steve’in söylediği “You can’t play
this”. Yani “Bunu çalamıyorsun” anlamı ile de anlaşılabilecek bir şey)
dedi, ben de “Bunun için buradayım” dedim. “Hayır” dedi, “Bunu hiç kimse çalamaz
(gülüyor). Başka bir gitara ihtiyacın olacak”. Ben de bir Gibson akustik ödünç aldım, ilk yıl
kullanmaya. Sonrasında ise gitarım tek manyetikli bir Musicmaster idi. Onun da
manyetiği sap konumuna doğruydu ve korkunç bir sesi vardı. Çalımı iyiydi, havalıydı. Hala saklıyorum
onu, onunla çok güzel zamanlar geçirmiştim. Çocukken onunla plaklarda duyduğum
herşeyi çalabilirdim. Birkaç yıl sonra bir strat aldım ama işte sap profilini
çok sevsem de istediğim bazı soundları elde edemiyordum, humbuckerlı şeyler
filan, bu yüzden bir süre sonra bir tele gövdesini ona takarak değişiklikler
yaptım. O teleyi de kendim boyamıştım. Biraz pürüzlü olmuştu (gülüyor) ama genç
bir delikanlı olarak kendi gitar boyamamı yapmam çok havalı bir şeydi. İşte
gitarlarımın hikayesi kabaca böyle.
Gitar çalmanın basit bir hobiden daha fazlası, profesyonel bir kariyer
olduğunu ne zaman&nasıl anladın ve bu kararı vermek zor muydu senin için?
Evet çok zor bir karardı. İlk
dönemimin kayıtları için üniversitede bulunduğumu ve kendime ne yapacağımı
sorduğumu hatırlıyorum. Mühendis mi olacaktım, müzisyen mi (gülüyor)? Sonra
“hayatın boyunca yapmaktan hoşlanacağın şey hangisi” diye düşündüm. Evet,
bir şeyler tasarlamak filan da hoşuma gidiyordu ama müziği gerçekten çok
seviyordum, hayat boyu müzikle ilgilenmeliyim diye düşündüm. Yaptım da.
Çok başka bir konu hakkında bir sorum var, yetenekli bir pilot olduğunu
biliyorum. Hâla uçuyor musun? Şu an kaç tane uçağın var, bir de onu sorayım.
Evdeyken neredeyse her gün
uçuyorum. Birkaç küçük uçağım var. Amerika’da böyle şeyleri almak, sahip olmak
o kadar da büyük bütçeli bir şey değil. Aşağı yukarı yeni bir Volvo bedeliyle 4
koltuklu bir uçak alıp, kıtayı baştan başa gezebilirsin.
İyiymiş. Deep Purple ile Türkiye’ye çok kereler geldiniz. Türkiye’deki
ilk konseri hatırlıyor musun? Neler bekliyordun, ne buldun? Bilirsin, İstanbul,
seyirci, konser mekanı, insanlar…
Kesinlikle hatırlıyorum. Seyirci
muazzamdı, çok gürültülüydü. Çok enerjikti, tüm grup hatırlıyor bunu.
İstanbul’u gezdiğimizde de insanların bu kadar enerjik olmasına inanamamıştık.
Ayrıca hayat dolu ve çok dost canlısıydı insanlar. En iyi şekilde aklımda kalan
şeyler bunlar.
Eminim binlerce hayranın bunu sormamı isteyeceklerine eminim. Senin
gibi bir gitarist olabilmenin, iyi bir gitarist olabilmenin hem mental hem de
pratik olarak yolu, yolları nelerdir?
(Gülüyor) Basit bir soru değil.
Mental olarak, diyelim ki bir lokantada çalışıyorsun ve işin sandviç
hazırlamak. Eğer sen sandviçi iyi hazırlayamıyorsan, yerleri, etrafı iyi
temizleyemiyorsan, içinde daha iyisini yapmak için arzu yoksa iyi bir iş ortaya
koyamazsın. Her zaman küçük kısa yollar, küçük kestirmeler bulursun. Müzikte de
böyle. Yani, elbette her daim mükemmel olacaksın diye bir şey yok. Ancak her
gün pratik yapmak gerekiyor. Diğer insanlar partilere gidecekler, onu bunu
yapacaklar ve sen pratik yapmak durumunda kalacaksın, böyle bir insan
olacaksın. Mental yaklaşım böyle.
Pratikte ise yaklaşım, eğer iyi
bir gitarist olmak istiyorsan, zamana yayman lazım. Evet, yetenek önemlidir,
yönelimlerinde ve doğaçlamalarında özellikle. Ayrıca sadece evde pratik
yapmakla çok zor şeyleri çalar hale gelebilirsin, etkileyici performans
kabiliyeti geliştirebilirsin. Ancak, bence, disiplin ve sıkı çalışmayı çaldığın
müziğe duyduğun sevgi karıştırman ve kendi içine ulaşıp, daha önce yapmadığın
şeylerle doğaçlaman da gerekli ki ilgini hiç kaybetmemenin yolu budur.
Diğer bir konu ise şu; beklentilerini
düşük tutman. Eğer profesyonel bir müzisyen olacaksan olmadık sorumluluklar
almayacaksın. Zira şanslı sıçraman, şeytanın bacağını kırman sandığın kadar
apaçık belli olmayabilir. Yani yolda giderken birinin seni yolda çevirip
“haydi, gel şurada çal” demesi, orada insanları büyülemen, oradaki başka
birinin de “hey, seni grubuyla bir sürü konser veren biriyle tanıştıracağım,
eminim seninle tanışmak isteyecektir” demesi, hele hele sonrasında da birinin
sana telefon açıp “Merhaba. Bizim bir grubumuz ve çok paramız var ancak
gitarist bulamıyoruz” demesi… İnan bana böyle bir şey asla olmaz (gülüyor). Çünkü
gitaristler her yerde. Bu yüzden sürekli
olarak yeni insanlarla tanışacak,
çalacak boş vaktin ve özgürlüğün olmalı. Bu şekilde sihirli bir uyumu denk
getirme şansın artar. Annemin hep dediği gibi “Ne kadar sıkı çalışırsan, o
kadar çok şansın olur”. Bunu sürekli aklımda tutmaya çalışırım. Herkesin
talihli olma şansı vardır. Fark ise, buna hazırsanız, bir gün şans yüzünüze
güler ve hayatınız değişir. Herkesin hayatının küçük bir anında şaşırtıcı bir
şey olur. Eğer sıkı çalışır ve o ana daima hazır olursanız, o küçük anı
avantaja dönüştürebilirsiniz. Bazen hayatınızda, kariyerinizi tepeye çıkaracak
sadece tek bir şans, tek bir küçük an olur, işte o anı kaçırmamak gerekir. Eğer
siz müziğe ilginizi verirseniz, müzik de sizinle ilgilenir. Ancak kariyeriniz iyi
ve güvenli hale gelmeden aile kurmayın.
Almasını bilen için çıkarılacak çok önemli dersler var sözlerinde.
Ancak her güzel şey gibi sorularımın da sonuna geldim. Türkiye’deki hayranların
ve Gitarizm okurlarına son bir mesaj olarak söylemek istediklerini alıp
noktalayalım istersen.
(Gülüyor) Sizleri çok seviyoruz.
Kesinlikle eminim ki tekrar görüşeceğiz. İyi dilekleriniz, desteğiniz ve
sıcakkanlılığınız için çok çok teşekkür ediyorum. gerçekten çok teşekkür
ediyorum. Sevgiler…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder