Herkese merhaba. Arşivin tozlu raflarında unutulmaması gereken başka bir röportajla daha karşınızdayım. Bu kez Progressive Metal grubu Dead Soul Tribe grubunun beyni Devon Graves ile 2005 yılında yapılmış olan çok sıkı bir röportaj var. Bu röportaj ZOR Dergisinin (ki harika bir dergi idi. Okan ve tayfasının insanüstü emeği ile ortaya çıkmış, DOLU DOLU bir müzik dergisiydi, hala çok iyi hatırlarım) 5. sayısında yer almıştır. Murat BATMAZ dostum tarafından yapılmıştır ve yine Murat'ın izni ile burada yayımlanmaktadır. Umarım hoşunuza gider... Bu arada Murat halen http://www.seaoftranquility.org sitesinde yazarlık kariyerine devam eden, yürüyen bir müzik ansiklopedisidir. Kesinlikle tavsiye ederim, müthiş inceleme yazılarına ve röportajlara imza atmış bir üstattır...
Barış Şahin
90'lı yılların en başından
itibaren Progressive Metal müziğe yaptığı inanılmaz katkısına karşın bir türlü
Queensryche ve Fates Warning kitlelerine ulaşamayan Amerikalı efsane grup
Psychotic Waltz'un yetenekli vokalisti Buddy Lackey, veya şimdiki ismiyle Devon
Graves, tası tarağı toplayıp Avrupa'ya taşındığında kimse ondan Dead Soul Tribe
gibi bir proje beklemiyordu. Özellikle ikinci albümleri A Murder of Crows ile
birlikte Inside Out şirketine geçen Devon Graves'le keyifli bir sohbet...
MB: Merhaba Devon, yeni albümünüz A January Tree'yi piyasaya sürer sürmez Threshold'la turneye çıktınız. Genel
olarak nasıl geçti konserler?
DG: Evet 20 günlük bir turne oldu
ama orada sadece Threshold'un açılış grubuyduk. Daha önce de Psychotic Waltz'un
Mosquito turnesinde onlarla beraber çalmıştık zaten. Konserler albümümüz için
değildi çünkü henüz insanlar yeni Dead Soul Tribe'ın çıktığını bilmiyorlardı.
Yarın The January Tree için tanıtım konseri vereceğiz burda. Giriş de ücretsiz
olacak. Asıl turnemizi Kasım ayında Rage'le beraber yapmayı planlıyoruz.
MB: Artık Avusturya'da yaşıyorsun
değil mi?
DG: Evet Viyana'da yaşıyorum.
MB: Ne zamandan beri oradasın?
DG: Beş yılı geçti, 1999'dan beri
buradayım.
MB: Avusturya'da Almanca
konuşuluyor. Hiç Almanca öğrendin mi?
DG: Çok az. Biraz biliyorum ve
anlıyorum ama İngilizce konuşmayı tercih ediyorum.
MB: Avusturya, diğer Avrupa
ülkelerine göre metal müziğe çok fazla ilgi gösterilmeyen bir ülke. Dead Soul
Tribe'la orda çok sık çalabiliyor musunuz?
DG: Burada neredeyse hiç metal
konseri olmuyor. Ara sıra büyük gruplar geliyor ve konser veriyorlar ama
Avusturya konum olarak Almanya'ya çok yakın olduğundan buradaki fanlar
genellikle oradaki büyük festivallere gidiyorlar. Ulaşım problem olmuyor çünkü
Avusturya'dan her ülkeye kolayca birkaç saat araba yolculuğu yaparak ulaşmak
mümkün. Buradaki tanıtım konserimiz tamamen promosyon amaçlı ve giriş ücretsiz
olacak ama buna rağmen çok fazla ilgi olacağını beklemiyorum.
MB: Peki Dead Soul Tribe olarak
Avusturya'da çok fazla konser vermeden geçimini sağlamak zor olmuyor mu?
DG: Ben çoğu müzisyene göre
şanslıyım çünkü bu şirkete geçerken şartlarıma uygun bir kontrat imzaladım.
İkinci bir iş yapmak zorunda olmadan sadece müzik yaparak para kazanabiliyorum.
Konser vermiyorum ve yeni bir albüm yaparken de şirketim bana destek oluyor.
MB: Henüz çok yeni olmasına
rağmen 20 günlük "The January Tree" dinlememden sonra rahatlıkla söyleyebilirim
ki "A Murder of Crows" başyapıtını aşan bir albüm yapmışsınız. Zor olmadı mı AMOC
gibi bir albümden sonra yine böyle bir albüm yapabilmek?
DG: A Murder of Crows birçok
dergi ve webzine'den iyi eleştiriler aldı, beklediğimden iyi karşılandı. Ama
ben o albümden daha iyisini yapabileceğimi biliyordum; bence her DST albümü bir
öncekinden daha başarılı. Şimdiye kadar da dinleyenler January Tree'nin en
iyisi olduğunu söylüyorlar senin gibi.
MB: January Tree'yi henüz
dinlememiş olanlar için Murder of Crows'la nasıl kıyaslarsın?
DG: Murder of Crows'ta "çok
iyi" diye nitelendirebileceğim 3-4 tane şarkı vardı, yerine o kadar
oturmayan ve kafamdaki konseptle kaynaşmayan şarkılar da vardı. Bence January
Tree'nin en iyi tarafı albümün tamamının çok homojen bir yapıda olması.
Psychotic Waltz dahil ben daha önce arka arkaya altı tane mükemmel şarkımın
olduğu albüm yapmadım. Başka gruplarda bile altı tane ardarda mükemmel şarkı
çok az dinledim.
MB: January Tree'deki bütünlük
hissi gerçekten harika. Bu albümde daha fazla Jethro Tull ve Black Sabbath
etkisi duydum ben. Genelde bu grupları çok sevdiğini okuyorum zaten
röportajlarında.
DG: Black Sabbath dinleyerek
büyüdüm ben. Çocukken annemin arabasını yıkarken "Paranoid" ve
"War Pigs"e çılgınlar gibi headbang yapardım. Daha çocuktum ama bu
müziğin anlamını ve hayatımı nasıl değiştirebileceğini çok iyi biliyordum.
Jethro Tull'un Aqualung dönemindeki öğeleri zaten Psychotic Waltz'tan beri
müziğimizde kullanıyoruz.
MB: Eskilerden başka hangi
grupları çok seviyorsun?
DG: 70'lerin bütün gruplarını çok
seviyorum diyebilirim. 80'ler daha farklı bir dönemdi. Orada tolere edebiliğim
ve tolere edemediğim gruplar çıktı ortaya. Iron Maiden tolere edebildiğim
gruplardanken; Def Leppard, Mötley Crue ve Quiet Riot tarzı gruplardan hiç
hoşlanmazdım.
MB: Modern gruplardan da sürekli
Tool ve A Perfect Circle ile kıyaslanıyorsunuz. Şahsen iki grubun da büyük fanı
olmadığımdan aradaki benzerliği yakalayamıyorum, muhteşem davulcular dışında
tabi.
DG: Tool benim 90'lı yıllarda ve
hala en sevdiğim gruplardan biri. Müzikleri orijinal ve yaratıcı fikirlerle
dolu. Onları çok sık dinleyerek müzik yaptığım oluyor. Benzerlik konusu sanırım
göreceli. Bazı Tool fanları DST'yi çok benzetebiliyorlar Tool'a; bazıları ise
müzikalite olarak benzerlik kurabiliyorlar. Davulcular arasında bence müzikal
bir yakınlık yok ama ikisi de çok yaratıcı müzisyenler senin de söylediğin
gibi.
MB: Peki sen kendi adına
müziğinizin Tool'a benzediğini düşünüyor musun?
DG: Evet. DST ille de bir gruba
benzetilecekse bu Tool'dur.
MB: Hiç tanıştın mı peki onlarla
veya turladın mı?
DG: Hayır turlamadık. Bu biraz
zor. Tool çok büyük bir grup. Ama daha önce onlarla tanıştım ve konserlerinde
soundcheck yaptım. Ben onların fanı olduğum için hepsini çok iyi hatırlıyorum
ama onların beni pek hatırlayacağını sanmıyorum çünkü yıllar önce onların
soundunu ayarlayan elemanlardan biriydim sadece . Zaten kötü bir şekilde bitti
ilişkimiz.
MB: Ne oldu?
DG: Yıllar önce buraya
geldiklerinde konsere başlamadan saatler önce soundcheck için ekipmanı
kuracağımı söylemiştim. Gerekli yerlere ulaşıp planları yaptım ancak ekipman
kararlaştırdığımız saatte gelmedi. Panik oldum, tanıdığım herkesi arayıp
adamlara ulaşmaya çalıştım ama bir türlü ulaşamadım. Sonunda grubun davulcusu
geldi ve baktı ki sahne bomboş. Nerede bizim set, dedi. Gerisini sorma...
MB: Tool dışında neler dinlemeyi
seviyorsun?
DG: Nine Inch Nails. Süper bir
grup. Her zaman büyük bir Soundgarden fanı oldum çünkü onlar da Sabbath
ekolünden geldiklerini hiç saklamadılar ve buna rağmen kendilerini 90'ların
fanlarına kabul ettirdiler. Jane's Addiction da çok iyi bir grup.
MB: January Tree'de şunu fark
ettim. 70'lerin Sabbath tarzı anormal sert riffler üzerine inanılmaz yumuşak,
kırılgan bir vokal tarzın var. Bu özellikle planladığın bir şey miydi?
DG: Yıllar geçtikçe çok değiştim.
January Tree'de yaptığım vokal her zaman denemek istediğim bir tarzdı. Bence
müzikle vokal arasındaki dikotemi fanların çok hoşuna gidecek. Psychotic
Waltz'ta yıllarca bağırdım. Şarkı söylemedim, BAĞIRDIM. Avazım çıktığı kadar
bağırıyor, yüksek oktavlara çıkıyor, çevremde bana iyi iş çıkardın diyenleri dinleyip
kendimle gurur duyuyordum. Benim müzik anlayışım bu değil. Ben şarkı söylemek
istiyorum.
MB: İlginç bir yorum. Psychotic
Waltz'ta yaptıkların bir döneme damgasını vurdu. O yıllarda olmasa bile zamanla
çok büyük bir etkisi oldu vokalistlere. Neden bazı müzisyenler farklı tarzlar
denemeye başladıklarında eski gruplarını kötüleme yolunu seçiyorlar sence?
DG: Psychotic Waltz'ta yaptığımız
müziği kötülemiyorum ben. Aksine müzik bence hala süper ama vokaller berbat.
Bugünki gibi olsam onları asla o şekilde kaydetmezdim. Çığlıklar, böğürmeler... Bunlar hoşuma gitmiyor. Bence önemli olan January Tree'de olduğu gibi o sert
tonlar üzerine sesini ezdirmeden, hatta biraz kısık bir vokalle mesajını
dinleyiciye geçirebilmek. Dinleyici çığlık duyduğunda seni anlayacaktır. Tamam
herif sinirli, diyecektir. İlk dinleyişten sonra anlamı kalacak mı o vokalin?
Oysa en kırılgan vokallerle okunan sözler bence hep daha kalıcı olmaya aday.
Psychotic Waltz'un asla underground sınırlarını aşamamasının nedeni o vokal
tarzıydı ve dönüp o albümleri dinlediğimde neden başarılı olamadığımızı
anlayabiliyorum.
MB: Psychotic Waltz fanları
arasında seni çok eleştirenler var. Onlara nasıl cevap veriyorsun?
DG: Ben büyüyorum. Sadece yaşça
değil, müzik olarak büyüyorum. Farklı sulardayım artık ve bu yönde ilerlemeye
devam edeceğim. İlk albümde eleştiriler geldi, grubumu ve beni sevmek zorunda
değiller benden artık Psychotic Waltz tarzı materyal duymayacaklar. Sanırım
bunu anladılar ve kabullendiler. Artık eskisi gibi rahatsız etmiyorlar. Jim
Morris çığlık atıyor muydu? Brutal söylüyor muydu? Mırıldanır gibi şarkı
söylemesine rağmen koca bir kuşağı etkiledi. Benim için iki oktavlık bir ses
aralığı veya dört oktavlık aralık önemli değil. Vokalistlerin bence en çok
yanıldıkları nokta ne kadar çok bağırır ve ne kadar çok farklı tarzlarda şarkı
söylerlerse o kadar beğenileceklerini düşünmeleri. Oysa sana bir şey söyleyeyim
mi? Bir vokalistin en yaralayıcı vokali sesinin en kısık halidir. O vokalini
öyle yapar ve seni en teknik vokalistten daha fazla etkileyebilir. Ben artık
bunu yapmak istiyorum ve Dead Soul Tribe bunun için en iyi ortam. Bowie,
Hendrix, Doors... Bu vokalistler bugünün standartlarında eleştirilebilir. Ama
hepsinin bu müziğe katkısı ortada. Kimse onların müziğinin eskidiğini, anlamını
yitirdiğini iddia edemez. Çünkü onlar zaman dışı müzik yaptılar. Böyle bir şey
istiyorum ben de.
MB: Yazdığın sözlerin bu tarz
müzikte anlamlarını daha iyi bulduklarına katılıyor musun?
DG: Evet. Psychotic Waltz hep
teknik müzik yapmasıyla tartışılan bir gruptu, ihtiyaçları olan derin sözlerden
çok onlara eşlik edebilen bir vokalistti. Orada da güzel sözler yazmıştık ama
pek dikkat edilmiyordu. DST'de bu problem yok. Çünkü sözü atlamak mümkün değil.
Dinleyicinin dikkatini dağıtacak başka öğeler yok müzikte.
MB: Bu albümde solo albümünden
bir şarkıyı tekrar yorumlamışsın ve genelde coverları beğenmeyen biri olsam da
bu versiyon bence süper olmuş. İlerleyen albümlerinde yine solo albümünden
şarkı yorumlayacak mısın?
DG: Bunu bilmiyorum. Ben de çok
memnunum "Just Like a Timepiece"ten.
MB: Şarkı kredilerinde tüm
parçaların yanında Devon Graves yazarken, "Just Like a Timepiece"te
"Devon Graves/Buddy Lackey" yazıyor. Çok komik geldi bana...
DG: Buddy Lackey, Psychotic
Waltz'taki ismimdi. "Timepiece"i bu isimle yazdığım için DST'de
kullanırken onu unutmuş gibi davranmak istemedim. Ama öte yandan da bu yeni bir
yorumdu, DST yorumuydu. Devon Graves de ordan geliyor.
MB: Solo albümün neden başarılı
olamadı?
DG: Çok kötü bir albümdü de
ondan.
MB: Hayır müzikal olarak bence
harika bir albüm. Bütün Psychotic ve DST CDlerinden sonra buldum solo çalışmanı
ve beklediğimden çok, çok daha süper bir albüm bence.
DG: O albümü çok inanarak
yapmıştım ama prodüksiyon aşamasında albüm bütün özelliğini kaybetti. İşten anlamayan
bir prodüktöre güvenmek yerine kendim kaydetmeliydim aslında. Ama o zamanda çok
fazla prodüksiyon işinden anlamıyordum. Albümü Almanya'da bir evde amatör
şartlarda kaydettim. Sonra prodüktöre gönderdim. Birkaç ay sonra CD'yi
gönderdiler ve dinlediğimde evde kaydettiğim CD'nin çok daha iyi olduğunu
hissettim. Prodüktör ona gönderdiğim en yaratıcı melodi ve rifflerin bazılarını
hiç kullanmamıştı bile. Aslında ortada teknik bir sorun vardı. Ben şarkılarımı
16-track bir alette kaydettim, onlar da gidip 24-track bir mikserde
mikslemişler. Bu nedenle bas gitar ve elektro gitar birbirine girmiş, vokaller
istediğim gibi mikslenmemiş. Benim kendi kaydımda program davul vardı, onlar
stüdyoda başka bir elemana tekrar çaldırmışlar ve kafamdaki bütün his yok edilmiş.
Çaldığım ritmleri yeniden kaydeden gitarist bazı yerleri doğru çalamamış bile!
Ama albümü hala çok beğenenler var çünkü oradaki samimiyeti yakalıyorlar
müziğimde. Bu güzel bir şey...
MB: Bu albümde davulcun Adel
Moustafa da şarkılara katkıda bulunmuş. Onun yazdığı şarkılar gerçekten
harika... Diğer elemanların beste yapmamaları onları rahatsız ediyor mu?
DG: Hayır onlar işlerin bu
şekilde olmasından mutlular. Adel grupta benim en fazla güvenebileceğim adam.
Onu tanır tanımaz müziğime getirebileceği etnik öğeleri biliyordum. Dahası, bir
davulcu olmasına rağmen eline gitar alıp January Tree'deki bazı riffleri de
besteleyebilecek kadar yetenekli. Davul çalışına gelince, şimdiye kadar
dinlediğim en güzel ritmleri o çalıyor. Bundan sonra da istediği sürece benimle
şarkı yazmaya devam edecek. Grupta herkesin bir işi var aslında. Mesela
gitaristimiz turnede merchandise satışlarını yürütüyor, bir diğerimiz gruplarla
olan iletişimi sağlıyor, ben röportajları yapıyorum....
MB: Ayreon'un son albümüne de
konuk oldun, ki bence bu yılın açık ara en iyi albümü. Nasıl oldu projeye dahil
olman?
DG: Ben o albümde vokal yapan ilk
adamlardan biriyim. O yüzden vokallerimi kaydederken albümün nasıl olacağını
henüz bilmiyordum. Aylar sonra dinlediğimde gördüm ne kadar iyi olduğunu.
MB: January Tree kitapçığında
sadece Arjen Lucassen'e teşekkür ediyorsun.
DG: Evet.
MB: Neden?
DG: Bilmem, ondan çok şey
öğrendim. Stüdyosuna gidip yapabildiklerini gördükten sonra kendimi bir
müzisyen olarak nitelemek istemedim artık.
MB: Albümde "Pain"
şarkısındaki vokallerin o albümün en muhteşem bölümlerinden biri. Senin
sevdiğin vokalistler var mı?
DG: Hepsi mükemmel. Birbirinden
bağımsız, ortak özellikleri olmayan onca adam geliyor sana vokal yapıyor.
Onları sentezlemek imkansız diye düşünüyorsun, sonra albüm çıkıyor ve Arjen'in
o kadar sesi tek bir vokalmiş gibi kaydettiğini görüyorsun. Hepsi inanılmaz
performans sergilemiş.
MB: En çok kimleri sevdin peki?
DG: Opeth'in vokalistini.
MB: Mikael Akerfeldt?
DG: Evet, duyduğum en etkileyici
sese sahip o adam.
MB: Ama brutal vokal de yapıyor,
senin sevmediğin bir tarz yani.
DG: Olabilir bu onun mükemmel
olduğu gerçeğini değiştirmez. Öldürücü bir yorum gücü var Akerfeldt'in...
MB: Albümünün ismi January Tree
ama Ağustos ayında çıktı. Neden?
DG: Led Zeppelin IV hangi ayda
çıkmıştı?
MB: ........ yılı biliyorum ama
ayını bilmiyorum.
DG: İşte January Tree de böyle
olacak. 30 sene sonra kimse January Tree 2004 Ocak ayında mı çıkmıştı diye
düşünmeyecek. Albümün adı January olmak zorundaydı çünkü albümün genel konsepti
o... terörist saldırılar, öldürülen insanlar, savaş. Şu anda Orta Doğu'nun
göbeğinde yaşanmakta olan vahşete kulaklarımı tıkayamam. Ben Vietnam Savaşı
döneminde büyüdüm, düşüncelerim o dönemde gelişti. O zaman Heavy Metal bir devrimdi,
gerçek bir değişime tanıklık eden bir olguydu. İnsanları sokağa döken, isyan
ettiren bir olgu. Müzik yaptığım, beste yazdığım sürece savaş ve katliama karşı
durmaya devam edeceğim.
MB: Ocak ayında mı yazmaya
başlamıştın albümü?
DG: Hayır, daha önce ama ocak
ayında belirdi bu fikirlerin çoğu... kapak tasarımı, sözler... O kapak dünyanın
bugün içinde bulunduğu durumu gösteriyor. Cılız, yalnız ve tükenmiş. Yağmur
ormanları, kirlilik, savaşlar... bunların hepsi aynı temanın parçaları. Ama o
kurumuş ağaç yine de yaprak verecek. Tek bir yaprak. Hayat bu. Dünyada onca
problem var, insanlar ölüyorlar, biz yaşadığımız çevreyi düşünmeden
kirletiyoruz, ağaçlar susuz kalıyorlar... ama o yaprak yine de yeşeriyor.
Umudun simgesi o. Budur January Tree'nin sözlerinde yatan ana tema. Belki ben
tek bir birey olarak şu anda dünyada olan bitenleri engelleyemem. Tıpkı o
yaprak gibi. Ama hepimiz o ağaçtaki bir yaprak olabiliriz. Dünyadaki bireyler
yani. Mesaj bazılarına biraz derin gelebilir ama January Tree bu duygularla yazıldı.
Dünyada süregelen yaşam biçimini değiştirmek için savaşa gerek yok. Savaşmayın,
barış olsun mesajı değil bu. Bu savaşı durdurmaya çalışmadan önce kendimizi
değiştirmemiz lazım. O yaprak gibi yeşermemiz lazım. Ondan sonra çevremizde
yeşeren başka yapraklar da olacaktır zaten.
MB: MP3 olayı hakkında ne
düşünüyorsun?
DG: Sen ne düşünüyorsun?
MB: Hayatımda hiç MP3 formatında
bir albüm indirmedim ve bununla gurur duyuyorum.
DG: Güzel çünkü genelde sen MP3
karşıtı bir açıklama yaparsan sana kendilerince açıklamalar yapıyorlar ve
nedenler gösteriyorlar. Bir noktadan sonra da bu Napster muhabbetinin bir
anlamı kalmıyor. Benim müziğimi MP3 olarak mı dinlemek istiyorlar? Peki,
indirsinler. Kimseye MP3 kötüdür demeye niyetim yok. Ama kişisel olarak MP3 kalitesiz
müziktir [Sanırım ilk kez bir müzisyen benle MP3 konusunda bu kadar paralel
düşünüyor -MB], sound kötüdür. İsterlerse yüksek frekansta indirilsin, detaylar
azalıyor. Sesler birbirine karışıyor. Eğer insanlar MP3 dinleyip, audio kayıt
ile arasında bir fark yok diyorlarsa, onlara hakaret etmeyeceğim, ama müzik
dinlememişlerdir. MP3 ile audio farkını duyamayan benim müziğimi ve bu tarz
birçok müziği dinlememiştir. Gerçek bir CD'nin soundu daha iyi, görüntüsü daha
iyi, her şeyi daha iyi. Üstelik grubun fanlarına verdiği gerçek bir materyal.
Onu elinde tutup, işte bu benim en sevdiğim grubun CD'si diyebilirsin.
Bilgisayarda olduğu gibi, elinle tutup gözünle göremediğin bir yazılım değil
yani.
MB: Güzel bir röportaj oldu. Dead
Soul Tribe dinleyicileri ilgiyle okuyacaklar. Teşekkür ederim.
DG: Ben de teşekkür ederim.
Hoşçakal Murat.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder